Ahlâk Za'fiyeti Îmanın Zatına Delildir
İman; kişiyi iyiliklere
yönelten ve kötülüklerden alıkoyan bir kuvvettir. Bunun içindir ki Allah (c.c.),
kullarını iyiliğe davet, kötülükten men ederken bunu kalblerdeki îmanın bir
gereği kılan Kur'an'da bunun misalleri pek çoktur.
Cenab-ı Hakk'ın mü'min kullarına "Ey îman edenler" diye
başlayan emirler vermesi ve onlara "Allah'tan sakının ve sâdıklarla beraber
olun"(11) buyurarak îmanlarına hitap etmesi inanç ve aksiyon arasındaki bağı
göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Risalet sahibi (s.a.v.) güçlü îmanın mutlak olarak güçlü
ahlakı gerektirdiğini, ahlaksızlığın îman za'fından veya yokluğundan
neticelendiğini îzah buyurmuşlardır.
Resulullah (s.a.v.) arsızı, kötü yolda olanı, rezalete
bulaşanı, kimseden haya etmeyeni şöyle vasıflandırmıştır: "îman ve haya
birbirine bağlı ve eşittirler. Biri gidince diğeri de gider. (12)
Komşusunu inciten, onlara kötülük edenler hakkında İslâm
şiddetli hükümler koymuştur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Allah'a yemin olsun ki îman etmemiştir! (Bunu üç kez
tekrarlamış ve):
- "Kim? Ey Allah'ın Resulü", denilince de:
- "Komşusu, kötülüklerinden emin olmayan"(l3) demiştir. Resulullah (s.a.v.)'ı, etbâına bâtıldan yüz çevirmeyi hurafe
ve gevezelikten uzaklaşmayı emrederken şöyle buyurduğunu görürsün!
"Kim Allah'a ve âhiret gününe îman ediyorsa, ya hayır
söylesin, ya da sussun."(14)
İşte, Allah Resulü (s.a.v.) îmanın kemâl ve sadâkâtına
güvenerek, semeresini verinceye kadar faziletleri empoze etmeye, böyle davranıp
devam ediyordu.
Böyle olmasına rağmen cemiyetimizde dindar sayılanların bir
kısmı, ibadetlerin îfa edilmesini, bunların tatbikini çok kolay görmektedirler.
Böyle görmelerine rağmen, bunlar, aynı zamanda gerçek îman ve güzel ahlakın
hilâfına bazı amellerde bulunurlar, İşte bunlar; ibadetlerin ruhuna erişmeyen,
zirvesine varamayan, ancak şeklen ve taklid icabı yapan kimselerdir. Nice
çocukların namaz hareketlerini gördükleri ve duydukları şekilde yapabildikleri
gibi... Nice tellalların hac menasikini yapmacık bir tevazu ile yapabildikleri
gibi... Tabii ki bunlar sağlam inanç ve yüce maksatlar için kâfi değildir. Doğru
bir istikametle fazilet derecesinde bir hüküm verebilmek için şaşmaz bir mihenk
gerek, o da yüce ahlaktır...
Bu konuda Resulullah (s.a.v.)'den şu, vârid olmuştur: Bir
adam:
"- Ey Allah'ın Resulü! Falan kadın namaz, oruç ve sadakayı
çokça yerine getirmekle anılıyor. Ancak o, diliyle komşusuna eziyet ediyor"
dedi.
Resulü Ekrem (s.a.v.):
"O, ateşliktir," buyurdu. Sonra adam devamla:
"Falan kadın da az namaz kılıp, oruç tutup, peynirden de
(büyük miktarda) sadaka vermekle anılıyor. Fakat komşularına eziyet etmiyor "
deyince, Allah Resulü (s.a.v.):
- "O da cennetliktir" buyurdu.(15)
Bu cevap yüksek ahlâkın kıymetini takdir etmekte ve aynı
zamanda sadakanın da içtimâi büyük bir ibadet olduğunu îzah etmektedir.
Sadakanın faydası başkasına da sirayet ettiği için namaz ve oruçta az miktarın
farz olunması, sadakada farz kılınmamış ve az bir miktar ile yetinilmemiştir.
İslâm Peygamberi ahlâk ile gerçek îman ve ibâdetin alâkasını beyan etmekle
ilgili suale cevap vermekle yetinmemiş, bilakis ahlâkı dünya ve âhiret salahı
için esas kılmıştır. Bundan dolayı ahlâk meselesi önemli bir konudur. Fikir ve
akidede iyice yerleşmesi için devamlı irşad ve aralıksız nasihata ihtiyaç
vardır, Îman, salâh ve ahlâk birbiriyle içice ve birbirine bağlı unsurlardır.
Birini diğerinden ayırmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Peygamber (s.a.v.) bir gün
ashabına: "-Müflis kimdir, bilir misiniz?" diye sorar. Ashâb: "- Bize göre o,
para ve eşyası olmayandır," deyince Resulü Ekrem:
"- Müflis; ümmetimden namaz, zekât ve oruçla gelen, fakat
bununla beraber, şuna sövmüş, buna iftira etmiş, diğerinin malını (gasbetmiş),
başkasının kanını akıtmış ve bir başkasını da dövmüştür. Tüm hak sahiplerine
onun hayırları verilir. Üzerindeki borcu tükenmeden hayırları tükenir ve
alacaklının günahlarından ona yüklenir ve sonra da ateşe atılır." (İşte esas
müflis budur) (16) buyurur.
Evet, işte müflis budur. Bu, bin liralık mala sahip olup
üzerinde iki bin liralık borç olan kimse gibidir. Nasıl olur da bu miskin,
zengin sayılabilir?
Bazı ibâdetleri yapan ve dindar görünen biri, bunun yanında
da kötülük aracı, asık suratlı ve zulümle içice olursa nasıl takvâlı bir insan
sayılabilir? Resulullah (s.a.v.) bu durumla ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır:
"İyi ahlâk suyun buzu erittiği (veya buzun suya dönüp eridiği gibi) günahları
yok eder. Kötü ahlâk da sirkenin balı bozduğu gibi iyi) amelleri mahveder."(17)
Zarar ve çirkefliğiyle tüm rezaletler birinde bulunursa, bu
insanın dini, elbisenin vücuttan çıkarıldığı gibi çıkar gider. Böylesine îman
iddiası da yalan sayılır. Ahlâktan yoksun bir îmanın ne kıymeti var ki! Allah'a
bağlanmak iddiasıyla birlikte bu fesadın manası nasıl îzah edilebilir?
İmanla ahlâkın bu açık alâkası hususunda Resulü Ekrem
(s.a.v.) şöyle buyurur:
"Kimde üç haslet bulunursa o münafıktır, İsterse namaz
kılsın, oruç tutsun, umrede bulunsun ve " Ben müslümanım desin (değişmez):
1. Konuşunca yalan söylerse,
2. Va'dini yerine getirmezse,
3. Emanete hıyanet ederse."
(18) Başka bir rivayette de: "Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler,
vadini bozar, emanete hıyanet eder. Bunları yaptıktan sonra, ister namaz kılsın,
oruç tutup müslüman olduğunu da iddia etsin (değişmez)." O (s.a.v.), yine şöyle
buyurmuş:
"Kimde dört haslet varsa o hâlis münafık olur. Kimde
bunlardan biri bulunursa, onu terkedinceye kadar onda bir münafıklık alâmeti var
demektir:
1. Emanete hıyanet eder,
2. Konuşunca yalan söyler,
3. Söz verdiği zaman tutmaz,
4. Mücadele ve düşmanlık
yaptığı zaman haktan ayrılır."
_______________
(10) Tâhâ, 74-76
(ll)Tevbe, 119
(12) Hâkim, Taberâni, K. Sitte 17/582
(13) Buhari, Edep, 29
(14) Buharı, Edep, 31,85
(15) Ahmed b. Hanbel, ihya, 3/116
(16) Müslim, Kitâbul-Birr ves-sıla,59
(17) Beyhakî, İhva,3/ll9
(18) Buhâri, K. İman
Prof. Muhammed Gazali