Daha Güzel Bir Âleme Doğru
Şimdiye kadar bahsettiğimiz
prensiplerden anlıyoruz ki, İslâm, beşeriyeti büyük adımlarla fazilet ve edeble
yoğrulmuş bir hayata götürüp, bu hedefe ulaştırıcı tüm sebepleri de risaletin
temel prensipleri kabul eder. Aynı zamanda bu sebepleri ihlal eden vasıtaları da
risâletten çıkma ve uzaklaşma olarak telakki eder. Ahlâkî meseleler kişinin uzak
kalması mümkün olan meseleler değildir. Bilakis onlar dinin râzı olduğu ve
hürmetle karşıladığı hayatın esaslarıdır.
İslâm tüm faziletleri tek tek sayıp mensuplarım onları
işlemeye teşvik etmiştir. Peygamber (s.a.v.)'in iyi ahlâkla bezenmeyi emreden
sözlerini toplarsak, hiçbir ıslahatçı liderde bulunmayan bir eser meydana
getirmiş oluruz. Bu faziletlerin tafsilatına ve ayrı ayrı anlatıma geçmeden,
Allah Resulü (s.a.v.)'in iyi ahlak ve davranış güzelliğine yaptığı sıcak ve
manalı davetinden bazı bölümler sunmak istiyoruz... Şüreyk oğlu Üsame anlatıyor:
"Bizler Resulullah (s.a.v.)'ın yanında iken sanki başımızda
kuşlar varmış gibi hareketsiz otururduk. Kimseden ses seda yok! Tam o esnada bir
grup insan gelip:
-Allah'a en sevimli kullar kimlerdir, dediler. O da:
- Ahlâkça en iyi olanları " (19) buyurdu. Bir başka
rivayette: İnsana verilen en hayırlı şey nedir ?" denilince:
- "Güzel ahlak " (20) buyurdu. Yine şöyle buyurdu:
"Hayasızlık ve edepsizliğin İslâm'da yeri yoktur "(21),
"Sizin en hayırlınız ahlakça en iyi olanınızdır " yine: "
Îmânı en kâmil mümin kimdir ?" diye sorulunca: " Ahlâkı en iyi olandır"(22)
buyurmuşlardır. Yine Abdullah b. Amr şu hadisi nakleder. Allah Resulü (s.a.v.):
- "Size bana en sevimli olup, kıyamette bana en yakın
olanınızdan haber vereyim mi? diye iki veya üç defa tekrarladı. Ashâb: Buyurun
söyleyin ey Allah'ın Resulü deyince:
"- O, ahlâkça en iyi olanınızdır" (23) buyurdu. Yine:
"Kıyamet gününde müminin mizanında iyi ahlâktan daha ağır
bir şey yoktur. Allah (c.c.) hayasız ve arsızdan hoşlanmaz. Muhakkak ki, iyi
ahlâk sahibi, namaz kılan ve oruç tutanların derecesine nail olur" (24) buyurdu.
Bu açık ifade, ahlâkı ıslah etmeye çalışan bir filozoftan
sadır olsaydı pek acayip olmazdı. Esas garip olan, bir dinin peygamberinden
sadır olmasıdır. Zira dinlerin önemi sadece ibadetlerde düğümlenir sanılır,
İslam peygamberi (s.a.v.) bir yandan insanları çeşitli ibadetlere davet edip,
düşmanları karşısında devletini cihad üzerine ikâme ederken, diğer yandan da
ümmetinin kıyamet gününde terazilerinde en ağır gelecek amelinin iyi ahlak
olduğunu vurgulamıştır ki, bu bile İslam'da ahlâkın önemine delâlet etmeye
kâfidir.
Nice dinler vardır ki, "sadece belli bir akideye sarılmakla
günahlar affolunur veya belli ibâdetleri yapmakla hatalar silinir, prensibine
inanır. Ama İslâm böyle demiyor. O, akideyi, iyilikleri işlemeye ve vecibeleri
eda etmeye teşvik eden itici bir kuvvet kabul eder. O, ibadeti kötülükleri silen
bir araç, kemâle ulaştıran bir hazırlık addeder. Yani kötülükleri, kişiyi
yücelten iyilikler yok edebilir.
Bu esaslar çerçevesinde Resulullah (s.a.v.) ümmetine ahlâkın
değerini küçümsemeyecekleri derecede kemale ulaşmalarını temin ettirinceye dek
bu gerçekleri pekiştirip öğretmek için ısrar etmiştir. Enes (r.a.) şu hadisi
rivayet eder:
"Kul iyi ahlâk sayesinde âhirette büyük derecelere ve en
büyük makamlara erişir. Halbuki o, dünyada iken ibadetinde zayıf sayılırdı. Yine
o, kötü ahlakı sebebiyle cehennemde en aşağı dereceleri boylar"(25). Aişe (r.
anha)'dan:
"Mümin iyi ahlâkı sayesinde gece namaz kılan ve gündüz oruç
tutanların derecesine ulaşır"(26). Bir diğer rivayette; "gündüz" ve "gece"
kelimeleri yoktur, İbn Ömer'den:
"İbadetinde mu'tedil olan mü'min iyi ahlak ve üstün huyu
sebebiyle çokça oruç tutan ve Allah'ın âyetlerini tatbik edip namaz kılanların
derecesine ulaşır." (27). Ebu Hureyre (r.a.) den:
"Mü'minin; şerefi, dini, mürüvveti, akıl ve değeri ahlakı
iledir" (28). Ebu Zerr (r.a.) şu hadisi rivayet eder:
"Kalbini ihlâsla dolduran, dürüst, lisanı doğru, nefsini
mutmain ve ahlâkını da müstakim kılan kurtulmuştur"(29).
Güzel ahlâk, bir cemiyette sadece nazarî bilgiler ve eğitim, mücerred emir ve
yasaklarla sağlanamaz. Çünkü kişileri faziletlere alıştırmak ve öğretmenin
"şöyle yap," "böyle yapma" demesi kâfi değildir. Bunun için köklü bir eğitim,
uzun bir çalışma ve devamlı bir alıştırma gereklidir. Terbiye güzel bir numuneye
dayanmazsa netice vermez. Kötü insan, çevresine iyi tesirler bırakamaz, İyi
tesir, ancak gözlerin kendisinde olduğu kişilerden sadır olabilir. Böyle bir
kişinin edebi ve yüce ahlakı sayesinde gözler ondan haya eder, insanlar hürmetle
önünde eğilir, isteyerek onu takip ederler. Takip ve ittiba eden kişinin, bir
şeyler kazanabilmesi için tabi olduğu ve uyduğu kişinin, kendisinden kıymet ve
değer bakımından daha önde olması gerekir. Allah Resulü (s.a.v.) ashabı arasında
davet ettiği ahlâk için en güzel numune idi. O, davet ettiği yüce ahlakı
ashabının kalbine muazzam siretiyle nakşediyordu. Abdullah b. Amr (r.a) şöyle
der:
"Resulullah (s.a.v.) kötü ahlâklı ve kötülükten hoşlanan biri
değildi. O, şöyle buyururdu: "En iyileriniz ahlâkça en üstün
olanlarınızdır."(30) Enes (r.a.) anlatıyor:
-"Ben, Resulullah'a on yıl hizmet ettim. Allah'a yemin ederim
ki bana bir defa bile "Öf demedi. Herhangi bir şeyi niçin böyle yaptın veya
şöyle yapmadın da demedi. "(31) Yine Enes (r.a.)'den:
"Dul bir kadın Resulullah'ı elinden tutar, ihtiyacı için onu
dilediği yere kadar götürürdü. Bir insan onunla musafaha yapsaydı kendisi
Resulullah'ın elini bırakmadan Resulullah onun elini bırakmazdı. O, yüzünü
çevirmeden Resulullah çevirmezdi. Arkadaşları arasında ayaklarını uzattığına
kimse şahit olmazdı. Yani O, arkadaşları arasında kibirlilik taslamaz ve bu
hususta çok titiz davranırdı"'(32) Hz. Aişe (r.anha)'den:
"Resulullah iki işten birini seçmekle karşı karşıya kalsaydı,
günah olmadığı sürece kolay olanını tercih ederdi. O: günahlardan, insanların
uzağı idi. Nefsi için intikam almış değildi. Ancak haram işlediğinde intikam
alırdı. O: eliyle, ne bir kadın, ne bir hizmetçi ne de herhangi bir şeyi
dövmemişti. Sadece Allah yolunda cihad esnasında böyle değildi."(33) Enes
(r.a.)'den:
"Resulullah ile yürüyordum. Üzerinde, kaba kenarları sert bir
aba vardı. Bu esnada, bedevi biri gelip O'nun abasını çekti. Öyle ki
Resulullah'ın omuzlarında abanın tesiriyle izler hasıl olmuştu. Bundan sonra
adam "Ey Muhammed! Bana, Allah'ın senin yanındaki malından ver" dedi. Resulullah
tebessümle ona iltifat edip kendisine maldan verilmesini emretti."(34) Hz. Aişe (R.anha) den şu hadis rivayet edilir:
"Allah nezâket sahibidir. Öyle olmayı da sever. Nezâket
karşısında verdiği mükafatı katılıkta veya başka herhangi birşeyde vermez."(35).
Başka bir rivayet şöyledir:
"Nezâket birşeyde onu süsler, birşeyden alındı mı, onu da
lekeler bırakır." Cerir (r.a.)'den:
"Allah yumuşaklığa karşı verdiğini hamakata karşı verecek
değildir. Allah bir kulunu sevdi mi ona yumuşak huy ihsan eder. Bir ev halkı
yumuşak huydan nasib almadılar mı hayrın tümünden mahrum sayılırlar."(36)
Aişe
(r.anha) den Resulullah'ın evde meşgul olduğu işler sorulunca şöyle cevap
vermiştir:
"O, evinde aile efradının hizmetinde bulunurdu. Namaz vakti
gelince de hemen abdest alır, namaza giderdi."(37) Abdullah b. el-Haris'ten:
"Ben Resulullah (s.a.v.)'den daha fazla tebessüm eden birini
görmedim."(38) Enes b. Malik Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle anlatır:
"Resulullah insanların en güzel ahlâkına sahipti. Ebu Umeyr
adında bir süt kardeşim ve "Nuğayr" adında hasta bir kuşu vardı. Resulullah
(s.a.v.) bu çocuk ile latife eder ve "Ey Ebu Umeyr, Nuğayr'den ne haberi"
derdi.(39) (Nuğayr, Arapçada kuşcuk manasına gelir)
Allah Resulü'nün cömertliği ve hiçbirşeyi saklamaması,
cimrilik yapmaması şemail kitaplarında meşhurdur. O, hiçbir an haktan dönmeyecek
kadar cesurdu. Hükmünde ebe-diyyen zulüm yapmayacak kadar adildi. Tüm hayatı
boyunca sadık ve emindi. Cenab-ı Hak müslümanlara onun mübarek ve şerefli
izlerini takip etmelerini emrederek şöyle buyurmuştur:
"Gerçekten Resulullah'ta sizin için, Allah'ı ve ahiret
gününü umar olanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir (imtisal) numunesi
vardır."(40)
Bu konuda Kadı el-İyaz şöyle der: "Resulullah (s.a.v.) insanların en iyisi, en
cömerdi ve en cesuru idi. Bir gece duyulan bir ses üzerine Medine ahalisini
korku sardı. İnsanlar ses tarafına doğru gitti. Resulullah (s.a.v.) onları
geride bırakarak ilerledi ve sesin olduğu yere varıp haberi inceledi. Kendisi
Ebu Talha'nın çıplak atı üzerinde, kılıcı da boynunda asılı duruyor ve "Hiç
korkmayın" diyordu. Ali (r.a.) şöyle der: "Savaş alevlenip gözler şaşkına
çevrildiği zaman, biz Resulullah ile kendimizi korurduk. (O'na iltica ederdik).
(O anda) düşmana ondan daha yakın birisi olmazdı." Cabir b. Abdullah (r.a.)'dan:
"Resulullah (s.a.v.) kendisinden istenen hiçbir şeye yok demezdi. Hatice (r.anha)
O'na şöyle dedi:
"-Sen düşkünün yükünü kaldırır, yoksula verir ve musibetzedelere yardım
edersin".
Biri gelip O'ndan birşeyler istedi: "Benim yanımda birşey yok, fakat benim
hesabıma istediğini satın al. Bize birşeyler gelince onu öderiz" dedi. Ömer
(r.a.): "Allah (c.c.) güç yetiremiyeceğiniz şeyi size yüklemedi" dedi.
Resulullah (s.a.v.) bu görüşü beğenmedi. Ensar'dan biri de: "Ey Allah'ın Resulü
infak et. Allah varken azalacağından endişelenme" dedi. Bunun üzerine Resulullah,
yüzünde belirtileri hissedilecek derecede tebessüm etti ve: "Ben de bununla
emrolundum" buyurdu.
Kâinatın Efendisi ashabı ile ülfet eder, nefret ettirmezdi. Her kabilenin ileri
gelenleri ikram eder ve onu başlarına emir tayin ederdi. İnsanları korur, onları
kötülükten sa-kındırırdı. Hiç kimseye karşı yüzünü ekşitmez ve ahlâkını
nahoş etmezdi.
O, ashabını arar, herbirine ayrı ayrı değer verirdi. Öyle ki, her arkadaşı
Resulullah'ın yanında kendisinden daha kıymetli birinin olmadığı hissine
kapılırdı.
Bir ihtiyaç için onu durduran biri ondan ayrılmadan o ayrılmazdı. Ondan bir
ihtiyacının giderilmesini isteyeni boş çevirmezdi, en az güzel bir söz ile de
olsa razı etmeye çalışırdı. İnsanlara öyle nazik ve hoş davranırdı ki onlar için
bir (büyük) baba yerine geçmişti. Hak hususunda herkes O'nun yanında eşitti.
Devamlı güler yüzlü, yumuşak huylu ve nezaketli bir yaratılışa sahipti. Sert ve
kaba değildi. O, ne bağırır, ne çağırır, ne de ayıplar, ne de aşın methederdi.
Arzulamadığı birşeyi görmezlikten gelir, onu işleyenden tamamiyle ümit kesmezdi.
Aişe (r.anha):
"Resulullah'tan daha güzel ahlâklı kimse yoktu. Arkadaşları veya aile efradını
çağırdıkları zaman "buyrun" manasına gelen "Lebbeyk" derdi diye nakleder. Cerir
b. Abdullah (r.a.):
"Resulullah (s.a.v.) ta müslüman olalıdan beri her beni gördüğünde veya
ayrıldığında mutlaka tebessüm etmişlerdir. Ashabıyla mizah eder, onlarla
yarışlar tertib eder, çocukları okşar ve kucağına alırdı" der.
O; fakir, dul, köle herkesin davetine icabet eder. Medine'nin en ücra köşesinde
bulunan hastayı ziyarette bulunur ve mazeret gösterenin mazeretini kabul ederdi.
Enes (r.a.)'den: "Biri Resulullah'ın kulağına eğilip birşeyler söylemek
isteyince, dilediği gibi O'nun başını eğip arzusunu takdim ederdi. Biri elinden
tutunca, o elini bırakmadan Resulullah bırakmazdı. Karşılaştığı kişiye selam
verir, mu-safaha yapardı. Kimseye karşı ayaklarını uzatmaz, bu sebeple yeri
daraltmazdı. Yanma gelene ikram eder, bazen onun için elbisesini yere serer,
altında bulunan minderi verir ve üzerinde oturması için ısrar ederdi. Ashabına
bazen künyeleri ile hitap eder, ikram olarak en güzel isimleriyle çağırırdı.
Konuşan bir kişi kendisi bırakıp, konuşmasını kesmeden onun konuşmasını yarıda
kesmezdi" diye rivayet eder. Yine Enes (r.a.) rivayeten: Resulullah (s.a.v.)'a
bir hediye getirildiğinde "Falanca kadının evine götürün. Çünkü Hatice'nin sadık
dostu olup, çok seviyordu" derdi. Diyor.
Aişe (r.anha): "Haticeyi kıskandığım kadar başka hiçbir kadını kıskanmadım.
Resulullah O'nun bahsini çok yapar, bir hayvan kestiğimizde onu Hatice 'nin
arkadaşlarına hediye ederdi. Onun kız kardeşi yanına girmek için izin
istediğinde izin verirdi. Bir gün yanına bir hanım geldi. Onun gelişine çok
sevinip hal hatır sordu. Hanım gidince de: "Bu hanım bize Hatice hayatta iken de
gelirdi. "Ahde sadık kalmak iman icabıdır" buyurdu.
Ebu Katâde: Necâşî heyeti gelince Resulullah onlara bizzat hizmette bulundu.
Ashap: Biz hizmeti yapabiliriz, deyince: "Onlar ashabıma hizmet etmişlerdi. Ben
de aynı şekilde onları mükafatlandırmak istiyorum" dedi.
Ebu Üsame (r.a.)'den: "Resulullah (s.a.v.) bastonuna dayalı olarak yanımıza
geldi. Biz de ayağa kalktık. Bunun üzerine: "Acemlerin birbirini ta'zim
ettikleri gibi ayağa kalkmayın. Ben kulum, kul gibi yer, kul gibi otururum"
dedi.
O, merkebe biner, terkisine birini alır, fakir - fukarayı ziyaret eder, onlarla
oturur, arkadaşları arasına katılır, mecliste boş bulduğu yere otururdu.
Resulullah (s.a.v.) cılız bir deve üzerinde ve üzerinde dört dirhem etmeyen bir
aba olduğu halde hac farizasını etti ve bu esnada şu duayı okudu: "Allah"ım
içinde riya ve gösteriş olmayan bir hac olarak kabul eyle."
Mekke'ye fâtih olarak islam ordusuyla girince, Allah'a tevazuundan dolayı başı
neredeyse bineğinin ön kısmına değecekti.
O, önderler önderi, çok sükut eder, ihtiyaç olmadan konuşmaz, güzel
konuşmayandan da yüz çevirirdi.
Gülmesi tebessüm şeklindeydi. Konuşmasını tane tane yapar, ne fazla uzatır, ne
de çok kısa keserdi.
O'na iktida ve benzemek için ashabı da O'nun yanında sadece tebessüm ederlerdi.
Meclisleri vakar, hayır ve emniyet meclisiydi. Orada ne sesler yükselir, ne de
hürmetler ihlal edilirdi.
Kainatın Efendisi konuşunca ashabı O'nu can kulağıyla dinler, sanki başlan
üstünde kuşlar duruyor gibi kı-mıldamazlardı. O, tam ahenk içinde yürür, ne
acele eder, ne de gevşek davranırdı.
İbn'i Ebi Hale der ki: "Resulullah dört maksat için sükut ederdi: Vakar, takdir,
dikkat, tefekkür."
Aişe (r.anha) der: "Resulullah başkası istediği takdirde kelime veya harflerini
sayabileceği şekilde konuşurdu. O, hoş ve güzel kokuları sever, çok kullanırdı.
O'na tüm imkanlarıyla dünya takdim edilmişti. Fetihler arka arkaya nasib olduğu
halde buna rağmen dünya süsüne önem vermez ve ondan yüz çevirirdi.
Vefat ettiği zaman ailesinin nafakasını temin için zırhı rehin olarak bir
yahudide duruyordu. Allah'ın salat ve selamı O'nun, ailesinin ve ashabının
üzerine olsun... (Amin).
______________
(19) Taberâni, İ. Mace.Zühd, 31 H.No: 4259
(20) İbn Hibbân, İhya, 3/118
(21) Tirmizi, K. Birr ves Sıla, 47
(22) Taberâni İ. Mace, Zühd, 31
(23) Ahmed b. Hanbel, Hindi, age, 2/139
(24) Ahmed b. Hanbel, Hindi, Kenzul-Ummal, 2/139
(25) Taberâni, İhya, 3/43
(26) î. Malik, Muvatta, 6.2/553
(27) Ahmed b. Hanbel, İhya, 3/120,121
(28) Hakim
(29) Buhari
(30) Buhari ,Edep,38.39
(31) Müslim, K.Fedail,13
(32) Tirmizi
(33) Müslim
(34) Buhari
(35) Müslim
(36) Taberâni
(37) Tirmizi
(38) Tirmizi
(39) Buhari
(40) Ahzab, 21
Prof. Muhammed Gazali