Sadâkat (Doğruluk)
Allah, yer ve
gökleri hak ölçüleri ile yaratmış, insanlardan hayatlarını hak ile ikâme
etmelerini talep etmiştir. Böylece insanların her sözü hak, her yaptıkları da
hak olsun. İnsanlığın dehşet ve barbarlığı, bu esastan ayrılmalarından, nefis ve
fikirlerinde yalan ve hurafelere yönelmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu hususlar
onları doğru yoldan ayırmış, sarılmaları gereken hakikatlerden de koparmıştır.
Doğruluğa her yerde her mesele ve hükümde sarılmak müslümanın ahlâkının en güçlü
direğidir. O, gidişatına renk veren boyadır. Islâmî cemiyetin temeli; şüphelerle
harp, iftiraları izâle ve zanları yok etme üzerine kurulur. Islâmî cemiyyette,
yüce hakikatler çeşitli münasebetlerde görülür ve itimat bulur. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuş:
"Zandan sakının çünkü o konuşmada en büyük yalandır." (70)
"Sana kuşku vereni bırak, kuşku vermeyene sarıl, doğruluk
kalb huzuru, yalan ise şüphedir."(71) Kuran kişinin gelecek ve hazır olan
vakitleri ifsad eden, akıllarını hurafelerle dolduran şüphelerin peşine düşen
insanları yerer. "(Onlar) ancak zanna ve nefislerinin sevdalarına tabi
oluyorlar. Halbuki kendilerine Rableri katından doğru yolu gösteren Resul
geldi."(72) "Onların buna dair bilgileri yoktur, ancak zanna tabi oluyorlar zan
ise hak olan ilmin yerini tutmaz." (73)
İslâm, Hakk'a çok kıymet verdiği için yalancıları tardetmiş
ve onları nefretle karşılamıştır. Aişe (r.anha) anlatıyor. "Resulullah'ın
(s.a.v.) indinde yalandan daha kötü bir huy yoktu... Birinde yalanın peyda
olduğunun farkına varırsa, tevbe etmeden onun nefreti Resulullah'ın kalbinden
çıkmazdı." (74) Bir başka rivayet de şöyledir: "Resulullah'ın nazarında
yalandan daha kötü bir ahlâk yoktu. Birisi onun yanında bir defa yalan
söylediyse, tevbe etmedikçe Resulullah'ın zihninden kaybolmazdı."(75)
Buna şaşırmamak gerek, çünkü selef-i sâlihin iyilikleri
konuşur ve onlarla bilinirlerdi. Onlardan biri davranışlarını bozmuş olsaydı
uyuz birinin sağlam kişiler arasında tanındığı gibi hemen bilinirdi. Bu şahıs
fiilleriyle hemen tanınır istikametini düzeltmedikçe ona sohbet ve
toplantılarında yer vermezlerdi. Islâmî bir cemiyette en belirgin özellikler,
doğru konuşmak, emanetleri eda etme hassasiyeti ve konuşmalara hâkim
olabilmektir. Yalan, aldatma, iftira, cayma gibi huylar nifak ve dinden çıkma
alâmetleridir. Veyahut bu hususlar yalancı, dolancı ve iftiracılar metoduyla
dindarlık taslamaktır... Yalan, sahibinin iç bünyesinde neş'et eden bir
pisliktir. O, kötülük îmal eden bir gidişin neticesidir. Bu gidişat, zorlayıcı
bir zaruret ve kahredici bir durum olmadan kendini gösterebilmektedir. Öte
yandan, bedene musallat hastalıklar gibi kişiyi kirleten diğer bazı kötülükler
vardır, insan, bu hastalıklardan ancak çok korkanların tedbir aldığı veya
üzerinde çok titizlikle eğildiği hususlar gibi uzun bir müddet tedavi görmek
suretiyle kurtulabilir. Bazı insanlar cihada titreyerek giderler. B azılan da
mallarının zekatını verirken elleri titrer durur. Korkaklık ve cimrilikte bu
kadar tesir gören ahlâk, ölüme koşan ve malını hesapsız verenin ahlâkı değildir.
Harp meydanında hırs ve korku vesveselerini hissedenler için
bazı özürler olabilir, fakat yalancılığı bir sanat edip insanları onunla
aldatanlara hiçbir özür yoktur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur. "Mü'min
her huya bürünebilir, hıyanet ve yalancılığa asla.. "(76)
"Resulullah'tan şu soruldu: - Bir mü'min korkak olabilir
mi? "Evet" - Bir mümin cimri olabilir mi? -"Evet," - Bir mü'min yalancı olabilir
mi? "Hayır."(77)
Bu cevaplar (îzah ettiğimiz gibi) bazı insanlara şiddet
anında muhkem farz ve kesin vergiler karşısında musallat olan beşeri za'fiyata
işaret etmektedir. Bu cevaplar devamlı cimrilik veya korkaklığa işaret
etmemektedirler. Bu nasıl mümkün olabilir? Çünkü zekatı men, cihadı da terketmek
insanı küfre kadar götürebilecek nankörlüktür. Bir yalancının söylediği yalanın
zararı nisbetinde günahın cezası da büyür. Binlerce insana yalan ve bâtıl bir
haberi yayan bir gazetecinin, büyük mes'eleleri halka ters göstermeye çalışan
politik bir liderin ve değerli erkek ve kadınlara iftira atmayı meslek edinen
maksatlı kişilerin uyduracakları yalanlar, başkalarının uyduracağı yalandan daha
büyük cinayet ve cürüm sayılırlar. Bunların akibeti de diğerlerinden daha
vahimdir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor. "Dün akşam iki adamın
bana gelerek şöyle dediklerini gördüm... Avurdu yırtılan adam bir yalancıydı. O,
öyle yalan söylerdi ki ufuklara çıkıncaya dek yalanları yayılırdı. Bu hali
kıyamete kadar devam eder..."(78)
İşte bunlar gibisi halka yalanlar uydurup onları aldatırlar
kürsü yalancıları çok şa'şaalı ve meşhur olurlar. Hadis-i şerifte şöyle
denilmiştir: "Üç sınıf insan cennete girmez:
1. Zinâkâr yaşlı,
2. Yalancı lider,
3. Kibirli fakir." (79)
Allah'ın dininde yalan söylemek en çirkin münkerlerdendir. Bunların başında
Allah ve Resulünün söylemediği birşeyi söylemek gelir. Bu çeşit iftiralar
gerçekten büyük edepsizlik ve neticeleri çok vahim hususlardır. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurur:
'Bana karşı uydurulup söylenen yalan başkası adına
söylenen yalan gibi değildir. Kim bilerek bana yalan uydurursa ateşte yerine ha
zırlansın."'(80)
Bu sahaya câhillerin uydurup, İslâm'la alakası bulunmayan tüm
asılsız bid'atleride girer. Çünkü onlan avara tabakası dinden sayar. Fakat o,
aslında din değildir. Ancak oyuncak ve eğlencedir. Resulullah (s.a.v.) ümmetini
bu kötü bid'atların kaynaklarından ve doğuracakları kötü sonuçlardan korumuştur.
Müslümanların Kur'an'a ve selef yoluna sarılmalarını tavsiye ederek şöyle
buyurmuştur: "Ahir zamanda ne sizin ne de babalarınızın duymadıkları yalanları
uyduracak yalancı deccaller türeyecektir. Onlardan sakınınız sizi dalalet ve
fitneye sürüklemesinler." (81)
İslâm, doğruluk faziletinin çocukların da ruhlarına
işlenmesini tavsiye eder. Çünkü bunlarla çocuklar doğruluk ruhuyla yaşarlar ve
tüm sözlerinde doğruluğa alışırlar. Abdullah b. Âmir anlatıyor. "Resulullah
(s.a.v.) bir gün evimizde duruyorken annem beni çağırıp "Gel sana bir
şeyler
vereyim" dedi. Resulullah: O'na neyi vermek istedin? O'na hurma vermek istedim.
Resulullah: "Eğer sen ona bir şey vermeseydin bu sana bir yalanın yazılmasına
sebep olurdu"(82). Ebu Hureyre şu hadisi rivayet eder: "Kim bir çocuğa 'Gel
sana şunu vereyim' deyip vermezse bu sözü kendisi aleyhine bir yalan
sayılır."(83) Resulullah (s.a.v.)'ın anne ve babaları nasıl doğruluğa
alıştırmaları gerektiğini ve yalandan nasıl uzak durmalarını icab ettiğini
öğrettiğine iyice dikkat et, Resulullah (s.a.v.) bu hususu basit görüp bu konuya
göz yumsaydı çocuklar, büyüdüklerinde yalana küçük bir günah nazarıyla
bakabilirlerdi. Halbuki böyle bir yalan Allah'ın indinde büyük sayılır.
İslâm'daki hakkı arama ve doğruluğa riayet etme gerçeği evdeki küçük sayılan
meselelere de şâmildir. Şöyle ki: "Yezid kızı Esma Resulullah (s.a.v.)'tan şunu
sorar:
- Ey Allah'ın Resulü! Birimizin iştahını çektiği birşeye
iştahım çekmiyor demesi yalan sayılır mı?
"Evet. Allah indinde her yalan kişinin aleyhine yazılır.
Hatta ufak bir yalancık kabul edilen kelimeler bile "yalancık" olarak
kaydedilir" (84) dedi. İslâm, yalanın kötülüğünü ve doğuracağı kötü neticeleri
tek tek saymış öyleki birine haktan ayrılma ve hakkı küçük görme imkanı
bırakmamıştır. Kişi bazen yalan olmaz düşüncesiyle mizahlardaki yalanlan basit
görür. İslâm, kalpleri rahatlatmak maksadıyla mizaha müsaade etmişse de bunun
yalan olmasına müsaade etmemiştir. Ancak doğruluk ölçüleri içerisinde buna
müsaade edilmiştir. Çünkü kişiyi haramdan koruyacak kadar, onu bâtıldan da
koruyacak hususlar vardır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"İnsanları güldürme gayesiyle yalan konuşana yazıklar
olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun."(85) "Mizah niyetiyle de olsa, yalanı
terkedene cennet ortasında bir ev verileceğine kefilim"(80). "Kişi mizah ve
tartışmalarda haklı da olsa yalanı terketmedikçe tam iman etmiş olmaz."(81)
Gerçek şudur ki:.İnsanlar zevklerine uyarak gülmede haddi
aşarlar, dost-düşman demeden insanların diliyle yalan söylemekten bir ar
duymazlar. Bunları meşhur olmak veya alay etmek gayesiyle yaparlar. Halbuki
İslâm kesin olarak bu üslubu da yasaklamıştır. Şu bir gerçektir ki, bu tip
şakalaşmalara yalan karıştı mı mutlaka çoğu kez düşmanlık ve üzücü hadiseler
meydana gelir.
İnsanları methetmek yalana bir basamaktır. Onun için bir
müslüman başkasını övdüğünde çok dikkat etmeli ve onda olmayanları
söylememelidir. İyilikleri söylemede ve kusurları gizlemede mübalağa etmemeli,
ancak hayır olarak bildiklerini söylemelidir. Methedilen, övülmeye layık ise de
onda mübalağa etmek haram olan yalan çeşitlerindendir. Resulullah (s.a.v.)
kendilerini methedenlere şöyle buyurmuştur: "Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı
övdükleri gibi beni övmeyiniz. Ben bir kulum. Bana Allah'ın kulu ve Resulü"
deyiniz.(88) Bazı insanlar büyüklerle(!) temellük gayesiyle boş ve kuru laflarla
methiyeler söylerler. Uzun uzun şiirler, nesir yazılar ve hutbeler irad ederler,
boş ve ölçüsüz övgüde bulunurlar, bilmedikleri şeyleri bile nağmelerler. Hatta
bazen zalim ve gaddar yöneticileri adaletle överler. Korkak ve pısırık insanları
cesaret ve kahramanlıkla vasıflandırırlar. Tüm bunları değersiz bir dünya
menfaati karşısında yaparlar. Bunların hepsi yalancıların amigosudurlar.
Resulullah (s.a.v.) yalanlarından yenik bir şekilde dönünceye dek onlarla
mücadele etmeyi emretmiştir.
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Resulullah, (s.a.v.)
bizlere meddahların yüzlerine toprak savurmamızı emir buyurdu."(89)
Hadis şerhleri buradaki meddahlardan maksadın, onlardan yemek
gayesiyle insanları medhetmeyi kendilerine bir sanat edinenler olduğunu
söylemişlerdir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) kişiyi kibir ve gurura düşürmeyecek
şekilde, söyleyeni de temellük ve mübalağadan koruyacak biçimde övgü ve meth
hakkında bir müslümanın dikkat edeceği hususlan açıklamıştır. Müslüman bu
hudutlar çerçevesinde faydalı olacak tarzda gerekenleri karşısındakine
söyleyebilecektir. Ebu Bekir (r.a.) şöyle der: Adamın biri Resulullah'ın
(s.a.v.) yanında diğer birini övdü. Resulullah bu durum karşısında şöyle
buyurdu: "Yazıklar olsun sana sen arkadaşının boynunu vurdun. (Bunu üç defa
tekrarlamıştır). Daha sonra da şöyle devam etmiş. "Kim müslüman kardeşi hakkında
bir şeyler bilirse mutlaka onu methedecekse şöyle desin." Allah daha iyi bilir.
Çünkü Allah namına hiç kimse temize çıkarılamaz. Veya "Ben falanı şöyle şöyle
tahmin ediyorum" desm."(90)
Tacir, bazen eşyasının değer ve reklamı için yalan söyler.
Genellikle aramızdaki ticaret aşırı kazanç üzerinden yapılmaktadır. Satıcı
yüksek fiyatla alıcıyı da aldatmak ister. Neticede pazar çarşı ticaretine
bencillik hâkim olur. İşte İslâm, bu ve içine yalan veya tartışma karışan tüm
kötü mübadeleleri yasaklamıştır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Alıcı ve
satıcı ayrılmazdan önce pazarlığı devam ettirip ettirmeme hususunda
serbesttirler. Alıcı ve satıcı doğru konuşup her şeyi açık söylerlerse
alışverişlerinde bereket hasıl olur. Yok eğer onlar yalan konuşup bazı şeyleri
ketmederlerse, belki muvakkat bir zaman için kâr edebilirler. Fakat sonunda
alış-verişlerinin bereketi gider." Başka bir rivayet de şöyledir: "Bereket ve
kârları mahvolur." "Yalan yemin, malı satmak için yardımcı olabilir. Fakat tüm
kazancı mahveder."(91)
Bazı tüketiciler mal hususunda bilgileri olmadığı için
üreticilerin mallarını ellerinden ucuz almaya hücum ederler. Zavallılar,
tüketicilerin söylediklerini de hemen tasdik ederler. Bir tacir için kötü malını
fahiş fiyatla satmaması ve ayıbını gizlememesi imkan gereğidir. Rasulullah
(s.a.v) şöyle buyurur: "Bildiği bir malın kusuru nu gizleyip söylememek helal
değildir."(92)
"Müslüman kardeşin sana güvenip doğru konuştuğu halde, ona
yalan konuşman ne büyük hıyanettir. "(93)
İbn-i Ebi Evfa'dan: "Birinin, malını başkasına satmak için
"Vallahi hiçbir mala verilmeyen fiyat benim malıma verildi" şeklinde yemin
etmesi üzerine şu âyet nazil oldu: "Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini
birkaç paraya satan kimseler (var ya) işte onların ahirette hiçbir nasibi
yoktur. Allah onlara kelâmıyla hitap etmeyecek ve kıyamet günü onlara merhamet
nazarıyla bakmayacak. Onlar için çok acıklı bir azap vardır."(94)
Şahitlik hususunda yalan yeminde bulunmak, yalanların en
çirkinidir. Müslüman, en sevdiği ve en yakın insan aleyhinde olsa dâhi, hakkı
söylemekten çekinmez. Akrabalık veya taraftarlık korku veya rağbet onu haktan
ayırmaz.
Her türlü seçimler için oy kullanmak veya propaganda yapmak bir nevi şehadette
bulunmaktır. Kim yalancı ve haini seçerse o da yalancı ve hâindir. Allah (c.c.)
şöyle buyurur: "Ey mü'minler! Hak üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan
hakimler ve Allah için doğruyu söyleyen şahitler olun. Velevki şahitliğiniz
nefsinizin yahut ana ve babanızla, yakın akrabanızın aleyhinde olsun. İster
üzerine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun. Çünkü Allah
ikisine de zengin ve fakire sizden daha yakındır. Onun için siz haktan yüz
çevirip nefis arzusuna uymayın. Eğer adalet üzerine hüküm vermekten, şahitlik
ederken doğru söylemekten dilinizi bükerseniz veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki
Allah yaptıklarınızdan haberdardır". (En- Nisa: 135) Ebu Bekr (r.a.) Resulullah
(s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Dikkat edin, size büyük günahların
en büyüklerinden haber vereyim mi? (Bunu üç defa tekrarladı). Ashab: Evet,
dediler. Resulullah: "Bu günahlar Allah'a ortak koşmak, anne babaya isyan etmek,
insan öldürmektir" buyurdu. Resulullah bunları söylerken yanı üzerine
yaslanıyordu, doğrulup şunları ilave etti: "Dikkat edin yalan söylemek, yalan
yere şahitlikte bulunmak da bunlardandır". Bunları o kadar tekrarladı ki "Keşke
sükût etse diye temennide bulunduk.''(95) Yalan, karanlık bulutlardır. İnsan
bazen yalanla hakkı ketmetmekle yetinmez. Bilakis bâtılı da ikâme etmek ister
yalanın fert ve cemiyetler üzerinde zararları çok şiddetli ve yokedicidir. Onun
için Resulullah bu husustan da ümmetini sakındırmıştır. Meslek ve sanat erbabı
için iki tarafın da ona göre hareket edeceği antlaşma, değişmez vesikalar gerek.
Bazı müslümanların arasında vuku bulan caymalar, sınır ve sözleşmeleri ihlal
etmek gerçekten üzücüdür.
Halbuki İslâm sözde durmamayı nifak alameti olarak kabul etmiştir. Resulullah
(s.a.v.) konuşmalarına da değer verirdi. Bu peygamberlikten önce de onun en
büyük özelliklerindendi. Abdullah b. Ebi el - Hemse anlatıyor: "Resulullah
(s.a.v.) ile Peygamberlikten önce bir alışveriş yapmıştım. Onun benden alacağı
bir beşi kalmıştı. O'na alacağını bulunduğumuz yere getireceğime söz vermiştim.
Her nasıl olduysa söz verdiğimi unuttum. Üç gün aradan sonra tekrar hatırladım.
O, beni görünce şöyle dedi: "Ey genç beni usandırdın üç günden beri seni burada
bekliyorum."(96)
Resulullah (s.a.v.) devamlı olarak söz verdiği yerde hazır bulunurdu. Resulullah
bir defasında Câbir b. Abdullah'a Bahreyn ganimetlerinden birazını vereceğini
va'detmişti. Bahreyn fethinden önce vefat ettiği için ona birşey veremedi. Ebu
Bekr (r.a.) devrinde Bahreyn'den mal gelince Hz. Ebu Bekr şöyle bir îlan verdi:
"Resulullah'ın kime verdiği söz veya borcu varsa bize müracatta bulunsun".
Verilen sözün nasıl değer kazandığım ve yerine geirilmesinin ne kadar büyük
olduğuna bak. Yalan vaadlerin hepsi bazen boşa gitmeyebilir. Fakat maslahatları
bozar. İnsanlara zarar verip vakitlerini heder eder. Doğru sözlü olmak basit bir
mes'ele değildir. Allah (c.c.) doğru sözlü olmayı peygamberlerin bir vasfı
olarak zikreder. Bu husus Kur'an'da şöyle geçer: "Kur'an'da İsmail'i de an çünkü
o va'dine sadıktı ve kavmine gönderilmiş bir peygamberdi. Ümmetine de namazı
kılmayı ve zekat vermeyi emrederdi. Ve Rabbı katında rızaya kavuşmuştu."(97) Bu
minval üzere adı geçen sıfatların zikredilmesi sana doğru sözlü olmanın
ehemmiyetini gösterir. İsmail (a.s.) babasına ayette geçen sözü söylemekle
insanların en doğru sözlüsü olduğunu ispatladı. "Babası ona: 'Yavrum ben rüyamda
görüyorum ki seni boğazlıyorum. Artık bak ne düşünüyorsun "(98) deyince;
"Babacığım sana ne emredildiyse yap inşaallah beni sabredenlerden bulursun "(99)
dedi.
İnsan, bazen yaptığı bir hatadan yalan söylemek suretiyle kurtulmak ister. Ve
bunun doğuracağı neticelerden bu şekil ile sıyrılmak ister. Bu ise cehalet ve
acizliğin ta kendisidir. Bu durum, kötülüğe daha büyük bir kötülük ile karşılık
vermektir. İnsana lâzım olan kusurunu kabullenmesidir. Umulur ki doğruluğu ve bu
durum karşısındaki ızdırabı olan hatasını örtsün. Nefse dokunacak (hakkı
söylediği için) bir korku karşısında müslümana yakışan, yalandan uzak durması ve
cesaretle kıyam etmesidir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Tehlikeli de olsa
doğruluğa sarılınız. Muhakkak ki kurtuluş doğruluktadır. "(100) "İnsan yalan
konuştuğu zaman çıkaracağı kötü kokudan dolayı melek ondan bir mil
uzaklaşır"(101) sözlerinde doğruluğa riayet eden birinin bu ameli onu
hareketinde salah ve ahvalinde iyiliğe sevkeder. Kişinin hakka sarılması
neticesinde kalp ve fikrinden nur fışkırır. Allah şöyle buyurur: "Ey îman
edenler! Allah'tan korkun. Doğruyu söyleyin ki sizin amellerinizi bu sayede
düzeltsin. Günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük
bir kurtuluşa nâil olur."(102) Doğru bir amel yakından neş'et ettiği için
kendisinde hiç şüphe olmaz. Bu amel İhlasın eşiğidir. Haktan fışkırdığı için de
onda hiçbir eğrilik yoktur.
Milletlerin kurtuluşu, fertlerin doğru amellerde bulunmasıyla mümkündür.
Fertlerin doğru amelleri çoksa, ilerlemeleri de o nisbette çok olur. Aksi
takdirde yolun ortasında kalırlar. Yalan, soytarılık, şiddet, boş va'adlerde
bulunmak; insana hiç birşey kazandırmaz. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Doğruluğa sanlın. Doğruluk kişiyi iyiliğe sev keder. Kişi doğruluğa sarılmakla
Allah'ın indinde "Sâdık olarak yazılır". Yalandan da sakınınız, yalan kişiyi
hayasızlığa sev keder. Hayasızlık ise sahibini cehenneme götürür. Kişi yalan
söylemeye devam etmekle Allah indinde "Yalancı" olarak yazılır. Yalanın sebep
olduğu hayasızlık nefis ve îman için zaafın en son zirvesidir. Malik, İbn
Mes'ud'dan şunu rivayet eder: "Kişi yalan söyleye söyleye kalbinde siyah bir
leke hasıl olur. Bu leke zamanla tüm kalbini kaplar ve Allah indinde
yalancılardan sayılıncaya kadar devam eder". Böyle birine Allah'ın şu vaadi
gerçekleşir: 'Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine uymayanlar uydurur. İşte bunlar
asıl yalancı olanlardır."(103)
Kişiyi iyiliğe sevkeden sadakat ise ancak azim sahibi insanların ulaşabildikleri
hayır zirvesidir. Bunu anlatmak için şu ayet yeterlidir: "Namazda yüzlerini doğu
ve batı tarafına çevirmeniz hayır ve taat değildir. Fakat hayır ve ibadet
Allah'a, Ahiret'e, meleklere, Allah'ın indirdiği kitaplara ve peygamberlere îman
edenin ibadetidir. (Hayır ise), sevgisi üzere yahut mala olan sevgisine rağmen,
malı fakir akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere, köle ve
esirlere harcayan, namazı gereği gibi kılan, zekatı veren kimsenin,
ahiîeştikîeri zaman sözlerinde sâdık kalanların, ihtiyaç ve sıkıntı hallerinde
cihad ve savaşlarda sabredenlerin hayrıdır. İşte bu vasıfları taşıyanlar hakka
uyan sâdıklardır. Ve bunlar takva sahipleridir."(l04)
_____________________
(70) Buhâri, Vesayd,,8, Nikah, 45
(71) Tirmiri, Sıfatül-Kıyame
(72) Necm, 23
(73) Necm, 28
(74) Ahmed b. Hanbel,
(75) Ibn ffibban,
(76) Ahmed b. Hanbel, 5/252
(77) Malik, K. Kelam, 19
(78) Fethu'l-Bari, Ebu Davud. K. edep, 94
(79) Bezzar, Müslim, iman, 172
(80) Buhâri, Cenai, 2/34
(81) Müslim, Mukaddime, 6 (82) Ebû Dâvud, Edep, 88
(83) Ahmed b.Hanbel, Ebu Davud, a.y
(84) Müslim, Ahmed, 6/38
(85) Tirmizi, Zühd, 9
(86) Beyhakî, 10/241
(87) Ahmed b. Hanbel, 2/352,364
(88) Rezin, Buhari, Enbiya,44
(89) Tirmizi, Zühd, 55/2396
(90) Buhâri, Şehadet, 16
(91) Ahmed b. Hanbel, Müslim, Müsâkât
(92) Buhâri, Ebu Davud
(93) Buhâri, Ebu Davud, Edep, 79
(94) Al-i Imran, 77
(95) Buhâri.Şehadet, 10
(96) Ebu Dâvud, K. Edep, 90
(97)Meryem,54-55
(98) Saffat,103
(99) Saffat.103
(100) Ibn-İEbi Dünya
(101) Tirmizi, Birr, 46
(102) Ahzâb, 70-71
(103) Nahl, 105
(104) Bakara, 177
Prof. Muhammed Gazali