Emanet
İslâm, mensuplarından Allah
ve kul haklarının muhafazası için uyanık olmalarını istemiştir. Bunun sayesinde
müslüman ifrad ve tefritten de kurtulmuş olur. İslam müslümandan "Emin" olmasını
talep etmiştir.
İslâm nazarında emanetin çok geniş bir alanı vardır. O,
çeşitli manaları hâvîdir. Emanetin esas noktası, kişinin yapmakla sorumlu olduğu
tüm vazifelerin şuurunda olmasıdır. Kısacası, gelecek hadiste açıklanacağı üzere
Allah'a karşı sorumlu olduğunun idraki içinde bulunmasıdır. "Hepiniz
çobansınız ve güttüğünüzden mes'ulsünüz. Devlet başkanı bir çobandır.
Güttüğünden mes'uldür. Erkek, evinde çobandır. O, evdeki ailesinden mesuldür.
Kadın, kocasının evinde çobandır. O, güttüklerinden mesuldür. Hizmetçi,
efendisinin evinde çobandır. O da güttüklerinden mes'uldür."(105)
Hadis ravisi İbn Amr der ki: Ben bunları Resulullah'tan
işitirken gelecek cümleyi de eklediğini tahmin ediyorum. "Kişi babasının malı
üzerinde çobandır. O da, güttüğünden mes'ul dür."
Halk tabakası "Emanet" kelimesini en dar manasında ele
alıyor. Onlar emaneti, eşya olarak anlıyorlar. Halbuki İslâm'daki emanet mefhumu
daha kapsamlıdır. Emanet, müslümanların birbirine tavsiye ettikleri şeyi yerine
getirebilmeleri için Allah'tan talep ettikleri vecibedir. Öyleki, bir sefere
çıkınca, müslüman din kardeşi ona şöyle duada bulunur: "Dinini, emanetini ve
amellerinin hitamını Allah'a havale ediyorum. (Bunları korumasını talep
ediyorum)." Enes (r.a.)'ten: Resulullah (s.a.v.) her hutbesinde mutlaka:
"Emanete riayet etmeyenin îmanı, verdiği sözü de yerine
getirmeyenin dini yoktur" hadisini tekrarlamışlardır.
Dünyada en büyük saadet, hayat bunalımından, âhirette de
cehennem azabından korunmak olduğu için Resulullah (s.a.v.) kötü olan bu iki
durumdan Allah'a sığınarak şöyle duada bulunurlardı: "Allah'ım; açlıktan Sana
sığınırım. Çünkü o ne kötü bir arkadaştır. Hıyanetten de Sana sığınırım. Çünkü o
da ne kötü dosttur."(106)
Açlık dünya kaybı, hiyanet de âhiret kaybıdır. Resulullah
(s.a.v.) Peygamberlikten önce kavmi arasında "El - Emin" olarak lakab almıştı.
Musa Aleyhisselam'ın üzerinde de, sâlih bir zatın iki kızının hayvanlarını
suladığı zaman, emanet alâmetleri görülüyordu. Musa (a.s.) iki kıza yardımcı
olup namazlarım muhafaza ederek iffet ve şerefini korumuştur.
Kur'an'ı Kerîm şöyle der: "Bunun üzerine Musa onların
davarlarını suladı. Sonra gölgesine çekilip şöyle dedi: "Ey Rabbim! Doğrusu ben,
bana hayırdan (yemekten) ne indirirsen ona muhtacım. Derken o iki kadından biri
utançla yürüyerek Musa'ya geldi. Dedi ki: "Bize su çekiverdiğinin ücretini sana
ödemek için babam seni çağırıyor." Bunun üzerine Musa o ihtiyar adama varıp
Firavun'dan kaçış meselesini ona anlatınca Musa'ya şöyle dedi: "Korkma zâlimler
kavminden kurtuldun. O, iki kadından biri dedi ki: "Babacığım onu davarları
otlatmak için çalışmak üzere tut. Çünkü tuttuğun ücretlilerin içinde en
hayırlısı, güvenilir ve güçlüsü bu adamdır."(107) Bu hadise Musa'ya (a.s.)
Peygamberlik gelmeden ve Firavun'a tebliğ için gönderilmeden önce idi. Allah
elçilerinin ahlâkça ve yaradılışça insanların en şereflileri oluşlarına şaşmamak
lâzım. Yokluk içinde ve gurbette dâhi faziletlere sarılan, gerçekten güçlü ve
güvenilir bir insandır. Allah ve kul haklarına riayet edebilmek için varlık ve
yoklukta dahi değişmeyecek ve sarsılmayacak bir ahlâk ve yaratılışa ihtiyaç
vardır, işte emanetin cevheri budur.
Emanetin bir manası da herşeyi yerli yerine koymaktır. Ehil
olmayana makam verilmez. Vazifeler yetenekli kişilere devredilir. İdari mevkiler
ve umuma ait işler çok yönlü bir şekilde mes'uliyeti gerektiren hususlardır. Ebu
Zerr (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) 'a beni bir göreve tâin etmez
misiniz? dedim. O, elini omuzuma koyarak; "Ya Eba Zerr! istediğin iş bir
emanettir. Sen ise zayıfsın. O, kıyamet gününde sahibi için perişanlık ve
pişmanlıktır. Ancak bu görevi hakkıyla alıp yerli yerinde kullanan müstesnadır.
"(108)
Bir kişinin iş ve görevi için yetenekli olması, iyi bir insan
olması için şart değildir. Çünkü bir insanın yaşantısı dürüst, îmanı da kâmil
olmakla beraber herhangi bir vazife veya işte maharet sahibi olmayabilir. (Bu
hususta ehil olmaması onun dini za'fına delalet etmez).
Yusuf (a.s.)'ı görmüyor musun? O, Peygamberlik ve takvasına
rağmen sadece mâlî idareye ehil olduğunu söylemekle yetinmeyip bilakis hem mâlî
konularda çok bilgili, hem de emniyetli ve dürüst olduğunu beyan etmek suretiyle
vazife talep etmiştir. Yusuf şöyle dedi: - "Beni Mısır hazinelerine memur et.
Çünkü ben iyi korur, iyi bilirim."(109)
Ebu Zerr (r.a.) Resulullah'tan memuriyet talep edince onu
yetenekli görmediği için onu görev almaktan sakındırmıştır. İslâm'daki memuriyet
mefhumu görev başına en ehil kişilerin getirilmesini gerektirir.
Rüşvet veya meyil neticesi, daha ehliyetli biri varken
başkasını görev başına getirmemiz büyük bir cinayet sayılır. Resulullah (s.a.v.)
şöyle buyurur: "Kim daha ehil biri varken başka birini bir bölük (iş) başına
getirirse, Allah'a, Peygamberine ve müslümanlara hıyanet etmiş sayılır."(110)
Yezid bin Ebi Süfyan şöyle der: Ebu Bekr beni Şam'a
gönderirken şöyle tavsiyede bulundu. "Ey Yezid! - Resulallah (s.a.v.) "Kim
müslümanların başına geçtikten sonra meyil eseri olarak birini göreve getirirse
Allah'ın lanetine müstahak olur. Allah onu cehenneme koymak için, ne bir farz ,
ne de bir sünnet ibâdetini kabul eder." (111)
Emanete riayet etmeyen bir millet içinde meyil ve rüşvet
eseri olarak maslahatlar yok olur. Göreve lâyık olmayanlar iş basma getirildiği
için ehil olanların liyakâti kaybolur. Hadisler, böyle olayları âhir zamanda
meydana gelecek olan fitne sebepler olarak bildirmiştir.
Adamın biri Resulullah'a gelerek: "Kıyamet ne zaman" dedi. Resulullah (s.a.v.) ''Emanet zâyi edildiği zaman, sen kıyameti bekle" buyurdu.
Adam: "Emanet nasıl zayi olur?" dedi. Resulullah: "Görev (yönetim) ehil
olmayanlara teslim edildiği zaman sen kıyameti gözle" buyurdu.(112}
Emanetin manalarından biri de kişinin mükellef olduğu
vecibelerin en güzel şekilde îfâ edebilmesi için tüm imkânlarını harcamasıdır.
Evet, işte böyle bir (emanet) İslâm'ın değer verdiği emanettir. İslâm kişiden
işlerini ihlasla ve en güzeJ şekilde yapmasını ister. Mes'ul bulunduğu tüm kul
haklarım îfâ etmek için gece ve gündüz demeden çalışmasını ister, kişinin (basit
de olsa) mükellef bulunduğu işi hafife alması tüm cemiyette tefritin meydana
gelmesine, tüm millet içinde fitne-fesad'ın yayılmasına sebep o Elbette ki
hafife alınan bu vecibelerin doğuracağı netice kötülük ve günahları bir
değildir. Banların en çirkini: Dini, tüm müsİümanları ve beldeleri musibetlere
duçar eden hıyanettir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Allah (c.c.) kıyamet gününde gelip-geçmiş tüm insanları
bir araya toplayacağı bir zamanda her hâine onunla tanınması için bir sancak
diker ve "işte bu falanca şahsın yaptığı hıyanettir" denilecektir.(113)
Başka bir rivayet de şöyledir: "Her hâinin yanıbaşında,
yaptığı hiyanet miktarı yükselecek olan sancak dikilecektir. Dikkat edin! Devlet
başkanının yaptığı zulümden dolayı ondan daha büyük hâin yoktur."(114)
Yani müslümanların idaresini eline geçirdikten sonra
ihmalinden dolayı haklarının kaybolmasına sebep olmaktan daha büyük bir hiyanet
düşünülemez.
Emanete hıyanetin çeşitlerinden biri de kişinin getirildiği
makamı kötüye kullanmasıdır. Bu kötülük, şahsına veya akrabasına herhangi bir
menfaati celb etmekle doğar. Halkın malından yemek büyük cinayettir.
Bilindiği gibi devletler veya şirketler çalıştırdıkları
işçilere "Belirli ücret" tâyin ederler. Her ne suretle olursa olsun bu tayin
edilen ücretten daha fazlasını (hileli yollarla) almaya çalışmak harama teşebbüs
etmektir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Birini herhangi bir
yere tâyin ettiğimizde ona belirli bir ücret de tâyin ederiz. Kim bunun
haricinde birşey alırsa hiyanet etmiş olur."(115)
Çünkü aldığı bu fazlalık fakir ve zayıfların haklarından ve
kamunun menfaatinden alınmış bir hırsızlık sayılır. "Kim böyle hainlik ederse
kıyamet günü aşırdığı malı boynunda taşıyarak getirir. Sonra da herkese
kazandığı iyilik ve kötülüğün karşılığı ödenir. Ve hiçbirine zulmedilmez." (116)
Fakat görevinde Allah'ın hududuna riâyet eden, vazifesinde
hiyanet etmekten haya eden kimse, i'la-ı kelimetullah ve din uğrunda savaşan
kimselerden sayılır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuru: "Me'mur hak ölçüsüyle
alır, hakka bağlı olarak da verirse Allah indinde, görev yerinden eve dönünceye
kadar Allah yolunda çarpışan mücahidler gibi sayılır."(117) İslâm, iş hususunda
iffetli bulunmak ve şüpheli kazançları terketmek konusunda çok titizdir.
Ümeyra'nın oğlu Addi şu hadisi duyduğunu rivayet eder; "Kimi iş başına
getirirsek o da iğne veya daha kıymetli bir şeyi gizlerse kıyamet gününde onu
yanında taşıdığı halde Allah'ın huzuruna gelir". Ravi diyor ki: Sıması hâlâ
hayalimde olan ensardan siyah bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Beni görevden al"
dedi. -"Sana ne oluyor ki böyle istiyorsun?" "Ey Allah'ın Resulü! Bu hususta
şöyle dediğini bizzat duymuştum." Resulullah: "Evet, ben dediğimi şimdi de
söylüyorum: Kimi bir şeyde görevlendirirsek az çok ne varsa getirsin,
yapabileceği işi alsın. Yapamayacağını da almasın."(118)
Resulullah (s.a.v) "Ezd" kabilesinden İbn el-Letbiyye adında
birini zekat toplama işiyle görevlendirmişti. Adam Resulullah'a geldiğinde:"Bu
size bu da bana hediye edildi." dedi. Hadis ravisi diyor ki bu durum karşısında
Resululluh kalktı Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra şöyle buyurdu: "Ben
Allah'ın bana emrettiği hususlarda, sizden birine görev veriyorum. O da bana
gelip "Bu size bu da bana hediye edildi" diyor. Doğru ise, anne babasının evinde
otursun da ona hediye gelsin. Allah'a yemin ederim ki, kim haksız yere bir şey
alırsa kıyamet gününde Allah'ın huzuruna onu taşıyarak gelecektir. Sakın kıyamet
gününde Allah'ın huzuruna bağıran deve, koyun ve inek taşıyarak gelen kimseyi
görmeyeyim. Sonfa da iki koltuk beyazlığı görülünceye kadar ellerini havaya
kaldırarak "Allah'ım tebliğ ettim mi?" buyurdu. (119)
Emanetin bir çeşidi de Allah'ın sana bahşettiği duyu.organ
nimetleri, mal ve çocuklardır. Bunları Allah'ın murad ettiği istikâmette
görevlendirip bu hususlara dikkat edip, bunların birer emanet olduğunun şuuruna
varman gerekir.
İmtihan gayesiyle Allah (c.c.) bunlardan herhangi birini
senden alırsa onlar senin mutlak rnülkünmüş gibi sızlanıp dehşete düşme. Allah
(c.c.)'ın bunlarda senden daha fazla hakkı vardır. Cihad yolunda verilmesi
gerekiyorsa cimrilik yapmaya hakkın olmadığı gibi diğer hayır yerlerinden
esirgeyip onları ma'siyette kullanma hakkın da yoktur. Allah (c.c.) şöyle
buyurur: "Ey îman edenler! Allah ve peygamberlerine hainlik etmeyin. Bile
bile aranızdaki emanetlere de hainlik etmeyin, biliniz ki mallarınız ve
evladınız ancak bir fitnedir. Allah katında ise büyük mükafat vardır."(120)
Emanetin bir çeşidi de içinde bulunduğun meclisin hukukuna
muhafaza edip konuşulan sır ve haberleri ifşa etmemendir. Bazı kişilerin dolaşan
sözleri, söylenmiş olsun veya olmasın dikkat etmeden ifşa etmeleri yüzünden nice
bağlar kopmuş ve maslahatlar yokolmuştur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Biri diğerine bir söz söyleyip ayrılırsa artık bu söylenen söz onun yanında bir
emanet sayılır."(121) Meclislerinde söylenen söz edeb ve ahlâk kaideleri
çerçevesinde kaldığı müddetçe muhafaza edilmeye lâyıktır. Fakat edeb ve ahlâk
kaideleri dışına çıkıyorsa bunun muhafaza edilmesi gerekmez. Bir müslüman,
bulunduğu bir toplantıda fâsıkların başkalarına zarar gayesiyle komplolar
tertiplediklerini görürse imkân dâhilinde bunu önlemeye çalışmalıdır. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurur: "Üç durum dışında meclislerin içinde söylenen, sizlere
emanettir:
1. Haram yere kan akıtmak,
2. Başkasının namusunu ihlal
etmek,,
3. Haksız yere mal
gasbetmek."(l22)
İslâm nazarında aile arasında cereyan eden meseleler
kutsaldır. Ailede kadın-erkek arasındaki bu hususlar, ne kadar yakın olurlarsa
olsunlar hiç kimseye ifşâ edilmemelidir. Bazı kendini bilmezler, aileleri ile
olan meselelerini yayar dururlar. Bu, Allah'ın haram kıldığı bir çirkinliktir.
Yezid'in kızı Esma Resulullah (s.a.v.)'tan yanında kadın ve erkekler bulunduğu
halde şöyle rivayet eder:
"Bezen olur ki erkek hanımıyla yaptığını, hanımı da erkeğiyle
yaptığını ifşa eder... (Bu sırada oturanları bir sessizlik kapladı. Ravi: "Evet
Allah'a yemin ederim ki bu doğrudur. Bunu, kadın ve erkekler yapıyor" dediğini
söyler." Resulullah: Sakın böyle yapmayın, böyle yapanların misali, dişi ve
erkek iki şeytanın herkesin önünde cinsî münasebette bulunmaları gibidir."(123)
Allah indinde korunması gereken emanetlerden biri de kadın ve erkeğin cinsî
ilişkilerinin muhafazası ve ifşa edilmemesidir.
Belirli bir zaman muhafaza edilmeleri için yanımıza bırakılan
eşyalar da sorumlu bulunduğumuz emanet çeşitlerindendir. Resulullah (s.a.v.)
Hicret esnasında almış bulunduğu bazı emanetleri müşrik olan sahiplerine geri
vermesi için Ali (r.a.)'yı yerine vekil tayin etmişti. Halbuki emanetin sahibi
olan bu müşrikler O'nu inancı için vatanından hicret etmeye zorlamış ve güç
durumda bırakmışlardı. Büyük insana yakışan küçüklerle kendini küçük
düşürmemesidir. Meymun b. Mihran şöyle der: Üç şey, iyi- kötü herkese ödenir:
1. Emanet,
2. Verilen söz,
3. Akrabalık hakkı.
Emanet eşyayı, hazır ganimet olarak kabullenmek çirkin hırsızlıktan sayılır.
Abdullah b. Mes'ud şöyle der: "Allah yolunda şehid olmak borç hâriç her şeyin
affedilmesine sebep olur. Biri Allah yolunda şehid olmuşsa ona "Emaneti sahibine
ver" denilir. O, "Allah'ım tüm dünyalık elimden çıkmış ben nasıl ödiyeyim?"
deyince "Onu cehenneme atın" denilir. Daha sonra almış olduğu emanet, teslim
aldığı günkü şekliyle kendisine gösterilir. O da onu tanır ve almak için peşine
düşer, alır ve omuzuna yükler. Onunla birlikte çıkacağını tahmin ederken
omuzundan düşer, yine almak için eğilmek isterken devamlı azap görenlerin içine
düşer ve kalır."
Abdullah bin Mes'ud daha sonra şöyle devam eder: "Namaz emanettir, abdest
emanettir, ölçü emanettir, tartı emanettir. Bunlardan başka çok şey saydı.
Saydıkları şeylerin en şiddetlisi emanet olarak bırakılan eşyaydı." Bunu rivayet
eden der ki: "Berra bin Azib'e gittim ve "Ibn Mes'ud'un söylediklerine ne
dersin? dedim. Ibn Mes'ud doğru söylemiştir. Sen şu ayeti hiç duymadın mı?
"Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında
hükmedeceğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisâ: 58)
Kişiyi haklara riayet ettiren, onu dünyanın kötülüğünden koruyan emanet, onun
kanının her damlası ve vücudunun her hücresine işlemiş olan emanettir. Bu da
Huzeyfe bin Yemaninin Resulullah (s.a.v.)'dan rivayet ettiği şu hadisin
mânâsıdır: "Emanet (şuuru) önce insanların kalbine indi, ondan sonra da Kur'an
nazil oldu.... Onlar, hem Kur'an hem de sünnetten bunları öğrenmiş oldular.
"(124)
İslâm'ı öğrenip onu tatbik etmemek yeterli değildir. Emanet Kur'an ve sünnetin
anlaşılması için canlı bir rûhî çözüm yoludur. İnsandaki bu ruh öldü mü, yani
inancı aksiyona dönüştürmedi mi, emanet şuuru da ölür. Böyle birinin Kur'an
âyetlerini okuması veya sünneti öğretmeye çalışması ona ne kazandırır?
İslâm'ı kabul ettiklerini iddia edenler yani esasta kabul etmeyen mürâilerin bir
kısmı emin bulunduklarını da iddia ediyorlar... Heyhat... Hakkı inkâr eden biri
nasıl emin olduğunu veya emanetlere riayet ettiğini iddia edebilir?
Huzeyfe (r.a.) içinde yakîni îmanın bulunmadığı kalplerden, îmanın sarsılmasıyla
emanetin de kalkıp gideceğini beyan maksadıyla şu hadisi de rivayet eder:"...
Sonra Resulullah (s.a.v.) bize emanetin nasıl kalkacağı hususunda konuştu ve
şöyle buyurdu:
"Bir zaman insanlar uykuya dalarlarken emanet kalplerinden çekilir ve
kalplerinde sadece kağıt üzerindeki bir nokta izi kalır... Sonra yine uyurlarken
emanet kalblerinden çekilir. Bu sefer kalblerinde sert bir maddenin değmesiyle
vücut da meydana gelen kaşıntı gibi bir iz bırakır". Resulullah (s.a.v.) devamla
şöyle buyurdu: "Daha sonra insanlar alışveriş ederler. Fakat neredeyse, aldığı
emaneti verecek kimse bulunmaz. Öyle ki, "Falan kabilede emniyetli bir adam var.
Ve o, ne kadar da bahâdır, ne kadar nâzik, ne kadar akıllıdır" denilecek.
Halbuki bu kişinin kalbinde hardal tanesi kadar îman olmayacak." Bu hadis
hâinlerin kalbinden emanetin nasıl çekileceğini ibretli bir şekilde
canlandırmaktadır. Bu durumlar, kötü birine söylenen hayırlı nasihatlar gibidir.
Bu nasihatlar onun ruhuna girer. Fakat çok kalmadan tekrar çıkıp gider. Sadece
(sıcak bir demirin yere değmek suretiyle meydana getireceği) iz gibi bir te'sir
bırakır. Ne var ki bu nasihatlar adı geçen demirin geçtiği yeri diriltmediği
gibi, ölü kalpleri diriltmez. Böyle vicdan ve kalb sahibi, herkesi zevk ve
keyfine göre ölçer, iman ve küfür nedir aldırış etmez.
Emanet, şüphesiz ki büyük bir fazilettir. Basit insanlar bunu kaldıramamıştır.
Allah (c.c.) bunun büyüklüğünü bir mîsal vermek suretiyle îzah edip tüm kainata
ağır gelecek bir yük olduğunu beyan etmiştir. Onun için insanın onu hafife
alması ve hakkında ihmalkâr davranması caiz olmaz. Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"Biz, emaneti göklere, arz'a ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler. Ondan korktular da onu insan yüklendi. (Bu) insan cidden çok zâlim,
çok câhil bulunuyor." (125)
Zulüm ve cehalet insanın fıtratına musallat olmuş iki âfettir. İnsan bu iki
âfetle mücadele hususunda imtihana tabi tutulmuştur. Kişinin îmanı, zulümden
temizlenmeden ihlaslı bir îman sayılmaz." İman edip de imanlarına zulüm (ve
şirk) bulaştırmayanlar (var ya) işte korkudan emin olmak onların hakkıdır. Ve
hidayete erenler de onlardır. "(126)
İnsan cehaletten arınmadıkça kâmil bir takvaya sahip olamaz. "Allah"ın kulları
arasında, Ondan hakkıyla korkanlar, ancak âlimlerdir."(127) İnsana emaneti
yükleyen ayeti okuduktan sonra anlarsın ki zulüm ve cehalete mağlup olanlar, hiyanet, nifak ve şirk pisliğine de bulaşmışlar ve azabı hak etmişlerdir.
Kurtuluş, ancak îman ve emanet ehli içindir. "Çünkü Allah, emanete hiyanet eden
münafıkların erkeğine, dişisine azab edecek (emanetin hakkını vermeye çalışan)
erkek ve dişi mü'minlerin de tevbelerini kabul edecektir. Allah Gafurdur,
Rahimdir."(128)
__________________
(105) Buhâri, Ahkam, l
(106) Ebû Dâvud, K. Sitte, 17
(107) Kasas, 24-26
(108) Müslim, imaret, 17
(109) Yusuf, 55
(110) Hâkim,
(111) Hâkim
(112) Buhâri, İlm, 2
(113) Buhâri, Müslim, Cihad, 9-16
(114) Müslim, Cihad, 16
(115) Ebû Dâvud, Cihad-150
(116) Al-i İmrân,161
(117) Taberâni,
(118) Müslim, K. İmare, 30
(119) Müslim, K. İmare, 26
(120) Enfal, 27-28
(121-122) Ebû Dâvud, Edep, 37 4868-4869
(123) Ebû Dâvud, Edep, 37
(124) Müslim, İman, 230
(125) Ahzâb, 72
(126) En'am, 82
(127) Fâtır, 28
(128) Ahzâb, 73
Prof. Muhammed Gazali