İhlâs
Kişiyi (dünya ve âhireti için) çalışmaya, bu çalışmasında en iyi ve en doğruyu
aramaya ve bu yoldaki zahmetlere katlanmaya râzı olmaya sebep olan birçok faktör
vardır. Bunların bir kısmı bu çalışma esnasında görülecek kadar yakın, diğer bir
kısmı da kişinin nefsinde derinleşip bilinmeyen unsurlardır. İnsanı çalışmaya bu
unsurlar ittiği halde neredeyse tarafından bile bilinmezler.
İnsanları çalışmaya sevkeden malum unsurlar, hayatı devam
ettiren genel esaslardır. En basiti, önünde çalışan birinde gördüğün; kendini
sevmesi, huzur talep etmesi, mala olan hırsı, kibirlenmeye olan meyli ve
cemiyette tanınma arzusu gibi şeylerdir. İnsanlar arasında olup biten tüm
meselelerin, konşulan tüm hadiselerin esas sebepleri, kişilerin kibirlenmeleri,
büyüklük taslamaları, başkalarını beğenmemeleri ve diğerlerini kusurlara konu
yapma hadiseleridir. Gerçekten de bu gibi olaylar cemiyette ne kadar çoktur.
İslâm, kişinin hareketlerine karışan niyet, te'sir ve
meyilleri titizlikle kontrol eder. İslâm'da bir amelin kıymeti, -herşeyden önce-
onu yapmaya teşvik eden faktöre bağlıdır. Mesela: biri, insanların kalplerim
celbetmek için büyük bağışlarda bulunabilir. Kendisine önceden iyilikte
bulunanlara iyilikte bulunabilir. Bu şahsın verdiği bu iki bağış her ne kadar
kendi iradesiyle olmuş ise de, İslâm'da sadakanın makbul olabilmesi için,
niyetin nefsî şaibelerden âri bulundurulması ve sırf Allah rızası için olması
şarttır. Kur'an bu hususta şöyle der: "Size ancak Allah rızası için
yediriyoruz. Sizden ne bir hediye isteriz ne de bir teşekkür. "(159)
"Malını hayra veren, gösteriş yapmayarak temizlenen... Onda (bu takva sahibinde)
hiç kimsenin bir nimeti yoktur ki (yaptığı hayırlı amel) o nimete karşılık
tutulmuş olsun. O ancak yüce Rabbının rızasını kazanmak için verir. Muhakkak o
ileride (Allah'ın kendisine ihsan edeceği cennet nimetlerinden ötürü) razı
olacaktır."(160)
Resulullah (s.a.v.) kalbirı müştekim olup değersiz isteklerden arınması
hususunda şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki ameller niyetlere göre hüküm alır.
Kişiye ancak niyetinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah ve Resul'ü için ise
hicretinin sevabı da Allah ve Resulüne aittir... Kimin hicreti de elde etmek
istediği dünya veya nikahlanmak istediği kadın için ise bunun hicret (sevabı) da
bunlara âittir. (Buhari)
Binlerce yolcu, Mekke ve Medine arasını çeşitli maksatlarla kateder. Fakat dine
yardım ve o uğurda kendini feda etme niyeti yolcu ile muhaciri birbirinden
ayırır. İsterse her ikisinin yolculuk şekli de aynı olsun, durum değişmez.
Kim Mekke'den Medine'ye, dinini muhafaza ve orada bir devlet kurma niyetiyle
giderse, işte o Muhacir olur. Fakat başka niyetlerle gidenin hicretle alakası
yoktur. İyi niyet ile, yapılan amellerde, Allah rızasını kasdetmek, dünyalık
âdetleri makbul ibâdetler mertebesine yükseltir.
Kötü niyetler de mutlak ibâdetleri kişinin hiç istifade edemiyeceği isyanlara
çevirir. Bu uğurda katlanacağı tüm eziyetler de boşa gidip, hüsran ve zararla
neticelenir.
Bir kimse, bağlık - bahçelik çok geniş bir alanda yüksek bir apartman diker
içinde de sultanlar gibi oturur, yaptığı bu apartmanla da insanlara fayda
sağlamayı niyet ederse kendisine bu apartmandan devamlı sevap gelir...
Bu hususta Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim zulüm ve kimsenin hakkına tecavüz etmeksizin bir ev yapar, bir ağaç
dikerse, onlardan fayda sağlandığı müddetçe kendisine sevap yazılır." (161)" Bir müslüman, bir ağaç diker veya birşey ekerse insan veya kuşlar da ondan istifade
görürlerse kendisine sadaka yazılır. "(162)
Hatta nefsin arzuladığı şeyler, iyi niyet ve güzel hedefler kastedilerek
alınırsa, bunlar da ibâdetler hükmünü alır.
Bir insan, din ve namusunu muhafaza niyetiyle hanımıyla cinsî münasebette
bulursa, kendisine ecir yazılır. Hadis şöyledir: "Sizden biriniz cinsî
münasebette bulunması da sadaka hükmündedir. "(163)
Kişi; yediği, çoluk-çocuğu ve hanımına yedirdiğine iyi niyet eklerse bunlarla
sevap kazanmış olur.
Sa'd bin Ebi Vakkas (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet
eder: "Allah rızasını kasdederek infak ettiğin her şeyde sana ecir vardır. Hatta
hanımının ağzına verdiğin lokma da bile. ..(164) "Kendi yediğin, çocuğuna,
hanımına ve hizmetçine yedirdiğin senin için sadakadır." (165)
Kişi, yüzünü Allah'a çevirip, ihlasla işlere yöneldiği müddetçe, oturması,
kalkması, uyuması kendisi için makbul ibadet sayılır. Bazen insan mâlî veya
bedenî yetersizlikten dolayı arzuladığı hayrı yerine getirmekten âciz kalır.
İnsanın nefsindeki herşeye muttali olan Allah (c.c.) onun bu acz ve
çırpınmasını, bu ameli yapanların mertebesinde kabul eder. Cihada katılmayı
can-ı gönülden arzulayıp bu konuda muvaffak olamıyorsa Allah (c.c.) ona
mücahidlerin eriştiği rütbeyi verir.
Çünkü bunların bu samimi niyetleri, onların imkân bulamamalarının yerine geçip
daha da makbul sayılmaktadır. Üsre savaşında Resulullah (s.a.v.)'in onları
teçhiz ederek askerî imkânı olmadığı için onları orduya almadı. Onlarda
gözyaşları dökerek geri dönmek mecburiyetinde kaldılar. Bunun üzerine şu âyeti
kerîme nazil oldu "Bir de o kimselere günah yoktur ki, kendilerini bindirip
savaşa sevk edesin diye sana geldikleri zaman kendilerine" Sizi bindirecek bir
hayvan bulamıyorum" demiştin. Bu uğurda sarf edecekleri şeyi bulamadıklarından
dolayı kendilerinden gözleri yaş döke döke döndüler."(166)
Görüyorsun! Bu derin istek ve yüce akideyi yerinden oynatmak veya yok etmek
mümkün müdür? Hayır...
Resulullah (s.a.v.) bunların îman ve ihlâsını savaşa katılan askerlere şöyle
metheder: "Ashabımdan bir grup bizimle savaşa katılamayıp Medine'de kaldı. Onlar geçtiğimiz her vâdi ve yolda (manen) bizimleydiler. Çünkü özürden dolayı bunlar
gelememişlerdi."(167) Evet, imkânsızlıklar onları oturttuğu için temiz niyetleri
onlara mücahidlerin elde ettiği sevabı kazandırmıştır. Madem ki iyi niyet,
sahibine böyle büyük sevaplar kazandırmaktadır, öyle ise kötü niyetler de
sahibinin iyi amellerini, onu, "Veyle" müstahak edecek masiyyetler şekline
dönüştürür (Veyl cehennemde bir vadi ismidir).
"İşte bu vasıflarla beraber (namaz) kılan (münafık)ların vay haline ki onlar
namazlarında gafildirler onlar riyakarların tâ kendileridir."(168)
İhlassız ve riya ile kılınan namaz, hayırsız, ruhsuz bir ibadet olup sahibi için
bir cürümdür. Zekat da böyledir. O, Allah rızası için ve isteyerek verilmediği
takdirde makbul olmayıp, bâtıl bir amel sayılır. "Ey îman edenler! Sadakalarını,
malını insanların gösterişi için harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan
bir kimse için başa kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyin. Çünkü Onun hali,
üzerinde bir toprak bulunup da kendine şiddetli bir yağmur isabet eden, bu
suretle kendisini kaskatı bir taş haline bırakmış olan kaypak bir kayanın hali
gibidir. Onlar (dünyada) istedikleri hiçbir şeyden (sevap) kazanmaya muktedir
olamazlar."(169)
Üstü toprakla örtülü bir kayada bitki yeşermediği gibi, ihlassız bir kalbin de
amelleri kabul görmez. Hiçbir şekilde kabuklar özün yerine geçmez. İhlas ne
kadar büyük ve ne kadar bereketli bir haslettir ki o, küçücük bir ameli dağlar
kadar büyüttüğü gibi koskoca amelleri de değersiz hale getirir. Bunun için
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Dinde ihlaslı ol, sana az amel yeter."(170)
İyi amellerden dolayı kazanılan sevabın bazen 10, bazen de 700 kat... olması bu
amellerin dayandığı ve Allah'tan başka kimsenin muttali olamadığı ihlas
sırrından dolayıdır. Amellerin derecesi ihlasları ve insanlara olan faydasının
çokluğu nisbetinde yükselir. İnsana suret ve dış görünüş birşey kazandırmaz.
Allah (c.c.) ihlaslı ve gösterişsiz olan kullarından ameli kabul edip onları
rızasına nail eder. Bunun dışında kalan dünya süsü ve benzeri çırpınmaların
Allah katında değer ve önemi yoktur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Allah
(c.c.) sizlerin cisim ve suretlerinize önem vermez. O, ancak sizin kalbinize
önem verir."(l71) "Kıyamet gününde dünyada işlenen her şey getirilir. Allah
(c.c.) rızası için olanlar kabul görür. Allah (c.c.) rızası için olmayanlar ise
sahibiyle ateşe atılır."(172) Kim bu hakikatlerle hayatına yön verirse rahat
bulup âhirete hazırlanmış olur. Yapamadığı ona zarar vermediği gibi âhirete
göndermiş olduğu amellerden de endişe etmez. Resulullah (s.a.v.): "Kim muhlisâne
ve Allah'a ortak koşmadan namazını kılar ve zekatını verir ve bu haliyle de bu
dünyadan göçerse Allah kendisinden râzı olduğu halde göçmüştür". Bu hadisi şu
ayet de tasdik eder. "Halbuki onlar, ancak Allah'a onu dininde ihlas sahipleri
olarak, diğer bâtıl dinlerden İslâm'a yönelerek ibâdet etsinler, namazı gereği
üzere kılsınlar ve zekatı versinler diye emrolunmuşlardır. İşte bu
emredildikleri şey, dosdoğru hak dindîr."(173)
İhlas bilhassa şiddetli ve zor anlarda şahıs üzerine nurunu saçar. İnsan, heva
ve hatalarından sıyrılıp Allah (c.c.)'a yönelirse; Onun cezasından korkup
rahmetini de umar. Kur'an, şaşkınlık anındaki insanın korkusunu ve bu durumdan
kurtulmak için Allah(c.c.)'a nasıl yöneldiğini şöyle tasvir eder: "De ki, karada
ve denizde olan karanlıklardan (tehlikelerden) sizi kim kurtarır? O halde iken
ki gizli ve aşikar Allah (c.c.)'a şöyle dua ederdiniz: "And olsun! Eğer bizi bu
tehlikeden kurtarırsan muhakkak şükredenlerden olacağız" De ki: "Allah (c.c.)
sizi o tehlikelerden ve bütün kederlerden kurtarır. Sonra yine siz ona eş
koşarsınız."(174) Böyle bir ihlas geçici bir hâldir. İnsanda bazen bulunup,
bazen bulunmayan hâller ahlâk değildir. Allah (c.c.) kullarından kendisini tam
bir şekilde bilip takdir etmelerini, bollukta ve darlıkta ihlaslı bulunmalarım
ve bu ihlaslarını içlerinde saklamalarını başka kimse için amelde
bulunmamalarını ve kendisine olan bağlılıklarını yitirmemelerini emretmiştir.
Makam ve can sevgisi, methedilme arzusu ve başkasına kendini üstün görme
hasletleri baş gösterince insanda ihlas nuru yavaş yavaş sönmeye başlar. Çünkü
Allah (c.c.) tüm afatlardan arındırılmış amelleri kabul eder. "İyi bil ki, hâlis
din ancak Allah'ındır."(175) İslâm'daki iyi hasletler tazeliğini korumaya muhtaç
meyveler gibidir. Bunlar tüm âfet ve tehlikelerden uzak bırakılmalıdırlar.
İslâm, iyi amellere riya karıştırmayı çok büyük bir âfet îlan edip, onu Allah
(c.c.)'a şirk olarak telakki eder. Gerçekten riya amellere musallat olan
âfettir. O, insanda bulaşıcı hastalığın mikrobunu yaydığı gibi yayıldığında,
sahibini cehenneme sürükleyecek bir nevi putperestlik halini alır. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurur:
"Riya ile yapılan basit bir amel dâhi şirktir. Kim Allah (c.c.)'ın dostlarına
düşmanlık ederse, Allah (c.c.)'a harp ilan etmiş olur. Muhakkak ki Allah (c.c.)
kulları içerisinde iyi, muttaki, riyasız, hazır bulunmadıkları zaman aranmayan,
hazır olduklarında bilinmeyen, kalpleri hidayet nurları misâli ve her zifiri
karanlıkta ortaya çıkan mümin kullarını
sever."(176)
İbn-i Abbas (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'den şu hadîsi rivayet eder: "Bir adam Resulullah (s.a.v.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! ben herhangi bir meselede
hem Allah (c.c.)'ın rızasını hem de insanlar indinde yerimin bilinmesini
isterim" dedi. Resulullah (s.a.v.) şu âyet nazil olmadan ona cevap vermedi: "Kim Rabbına kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı
ibadette hiç kimseyi ortak etmesin."(177) İslâm'ın riya ve ihlassızlıktan doğan
diğer amellere karşı takındığı bu kesin ve şiddetli tavır bu amellerin büyük
fesat, şehvanî arzu ve gizli desiselere sebep olmalarından dolayıdır. Açık
günahlar cemiyette cürüm meydana getiren cılız münkerlerdir. İnsanın geç veya
erken, günün birinde bu günahların çirkinliklerinin farkına vararak dönmesi
umulur. Fakat itaat namına yapılan (ihlassız) günahları cemiyet ve bu günah
sahipleri için korkunç kötülüklerdir.
Bu kötülükleri işleyenler Allah'ı râzı etme iddiasıyla şehvanî arzularını
doyurmaya çalışmaktadırlar. Böyle bir günah işlendiğini nasıl kabul edip
onlardan nasıl tevbe eder? Çünkü o, bu günahları hayır nâmına işlemektedir.
Büyük cemiyetlerde, münafık aydınlardan gelen dini musibetler avam tabakasından
gelen bayağı günahlardan daha tehlikelidir.
Makam ve ilim sahiplerinin ihlaslarında samimi olmamaları ülkeleri viranelere ve
çok gerilere götürür. Faziletleri nefsanî arzularla kirletmek bu faziletlerin
değerini düşürmektir. Bu da ihlassızlığın neticesidir.
Yaptıklarını insanlar için yapıp Allah (c.c.) rızasını unutan gafil ne
yaptığının farkında değildir. O, güç kuvvet,azamet ve ikram sahibi yüce Allah
(c.c.)'tan yüzünü çevirip güçsüz -kuvvetsiz zavallı ve fukara olan insanlara
yönelmektedir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Kim kıyamet gününde Allah (c.c.)'in tüm insanları
topladığı bir anda bir münâdi şöyle seslenecektir: "Kim yaptıklarını Allah
(c.c.) için değil de, herhangi biri için yapmışsa bugün yaptığının sevabını da
ondan istesin. Çünkü muhakkak ki Allah (c.c.) böyle bir şirkte bulunanların
şirkinden beridir."(178)
Komutan ve nefer, tüm askerlerin yaptıkları cihadı her türlü şüphe ve kinden
uzak bulundurmaları gerek. Onlar tüm varlıklarını mukaddes bir davaya adamışlar.
Böyle bir dava karşısında tüm makam, rütbe ve menfaatlar cılız kalır. Böyle
mücahidler Allah indindekilerini tüm dünya metaına tercih etmeli, tüm
gayretlerinde şeref ve izzetli fedakarlık misali olmalıdır.
Abdullah b. Amr b. As anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! Bana cihad ve gazadan
haber ver, dedim" -"Ey Amr' ın oğlu
Abdullah karşılığını Allah (c.c.)'tan bekliyerek ve sabırla cihad edersen, Allah
(c.c.) seni sabırlı ve ihlaslı bir şekilde hasreder. Yok eğer riya ve ganimetleri
toplamak niyetiyle savaşırsan, kıyamet gününde Allah (c.c.) seni bu halinle
hasreder. Ey Amr'ın oğlu Abdullah; Hangi hal ve niyet üzere savaşırsan o halinle
haşrolursun. "(179)
Bütün yetkililer, ellerinden gelen tüm hizmetleri sadece Allah (c.c.) rızası ve
nıüslümanların yararına yapmalılar. Hayvanlar günün belirli saatlerinde,
yemeleri karşılığı çalıştırılırlar. Bazen insan da şerefli makamından hayvan
seviyesine iner ve sadece maaş karşılığı çalışır. Fakat akıllı kişi, fikir ve
gayretine büyük paha biçer. Ve onu daha şerefli bir yerde kullanır. Üzüntüyle
belirteyim ki yığınlarca görevli, sadece mal ve (üstleri gözünde) yükselmek
mantığıyla çalışmaktadırlar. Dünya ve âhiretleri, rıza ve öfkeleri, çırpınma ve
gayretleri sadece bu mantık ölçüsüyledir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Âhir zamanda insanlar üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka sadece Allah rızâsı
için ibâdet edecek. Bir fırka sırf gösteriş için ibâdet edecektir. Diğer fırka
da insanlardan faydalanmak için ibâdet edecektir. Kıyamet günü Allah (c.c.)
onları bir yerde topladığında, insanlardan faydalanmak için ibadet eden fırkaya
şöyle diyecektir. "İzzet ve Azametim hakkı için söyle bakalım. Bana ibâdet
etmekten maksadın ne idi?" "O, İzzet ve Azametin için insanlardan faydalanmak
için ibadet ediyorum," diyecek. Allah (c.c.): "Sana tüm yaptıkların fayda
vermedi" diyecek ve "Onu cehenneme atın," buyuracak. Sonra da Allah (c.c.) riya
ile ibâdet edene: "İzzet ve Azametim hakkı için, söyle bakalım. Bana ibâdet
etmekteki maksadın ne idi?" buyuracak. O, -"İzzet ve Azametime yemin ederim ki
insanlara gösteriş olsun diye ibâdet ederdim," diyecek. Bunun üzerine Allah
(c.c.): Bu yaptıklarından, bana hiçbir şey ulaşmadı. Öyle ise bunu da cehenneme
" atın, buyuracak. Allah (c.c.) en son olarak kendi rızası ipin ibâdet edene
"İzzet ve Azametim için söyle bakalım. Bana ibâdet etmendeki maksadın ne idi?"
-"O, izzet ve Azametime yemin ederim ki yaptıklarımı benden daha iyi bilirsin.
Ben, ibâdetlerimi sırf senin rızân için yaptım, diyecek. Allah (c.c.): "Kulum
doğru söylemiştir. Bundan dolayı onu cennete götürün," diye emir buyuracatır.
"(180)
Köklü bir İhlasın en fazla lâzım olduğu yer, kültür ve ilim alanıdır. Çünkü
Allah (c.c.)'ın insanoğluna verdiği en büyük şeref, Ilim'dir. En büyük rezalet,
kişinin bu şerefli rütbeye kötülük, fitne ve şehevî arzularda sarfetmesidir.
Bugün dünyanın çektiği birçok musibet varsa o da, kötü âlimlerin yüce ahlâk ve
şerefli seciyyelerini kaybetmelerinden dolayıdır, islâm, âlim-talebe herkese
ilme sarılmayı ve herşeyden önce yüce hedef ve umumi maslahatlar için gayret
göstermelerini farz kılmıştır. Bu zamandaki çoğu insanların yaptığı gibi sadece
mal ve şahsî menfaatler için öğrenmek, hakikatta bu ulvi makamlarla istihta
etmek ve ilmin asıl rütbesini heder etmektir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Kim Allah (c.c.) rızası için talep edilmesi gereken bir ilmi, menfaat için taleb ederse cennet kokusunu alamaz."(181) islâm, aynı zamanda insanlara kibir
taslamak, tartışmak ve gürültü yapmak niyetiyle ilim taleb etmeyi de
yasaklamıştır. Bu konudaki hadis şöyledir: "Alimlere karşı öğünmek, düşük
kimselerle tartışmak ve oturma meclislerinde sevgi görmek niyetiyle (maksadıyla)
ilim talep etmeyin. Kim bu maksatlar için taleb ederse, ona ateş vardır."(182)
Dünyevî ve uhrevî tüm dallarıyla ilim, ancak değersiz arzulardan sıyrılma ve
sadece hakkı arama niyetiyle olursa, çoğalıp arzu edilen hedefe ulaşır. Bu
durum, âlim ve talebelerin çok zor durum ve geçim sıkıntılarına maruz
bırakılmaları demek değildir. Çünkü halisane niyyet, sahibinin güçlük ve
eziyetlere katlanmasını gerektirmez.
İhlassızlıktan neş'et eden manevî hastalıklar çoktur. Bunlar başıboş bırakılırsa
îmanı yok ederler. Bazı gedikler bırakılınca da şeytan hemen oralardan nüfuz
eder. Allah (c.c.): mal, makam kulluğu ve bunlara benzer riyakar ve
menfaatperest inanlara buğzeder. Müslümana yaraşan, Allah (c.c.) yolunda tüm
arzu ve taleblerini feda etmesidir. Yoksa Allah (c.c.) rızâsını böyle basit
şeylere feda etmek değil.
Firavn'un sihirbazları, sağlam inanç ve yüce ihlas için büyük misal teşkil eder.
Çünkü onlar, mal ve makam sevgisini ayaklar altına almış, korkmadan dünya
arzularını terkedip tağûti bir hükümdar olan Firavn'a şöyle demişlerdi: "Artık
neye hakim isen hükmünü ver. Sen hükmünü ancak bu dünya hayatında
geçirebilirsin. Biz günahlarımızı ve bizi zorladığın sihri yarlığaması için
Rabbımıza gerçek îman ettik. Allah'ın (c.c.) sevabı senden hayırlı azabı da
seninkinden daha süreklidir."(183)
Dünya metaını değersiz bilip Allah (c.c.) yolunda çalışanlar ile kıymetsiz dünya
menfaatleri ve hakir arzuları için dini oyuncak haline getirenler arasında ne
kadar da büyük fark vardır.
__________________
(159) el-insan, 9
(160) el-Leyl, 18-21
(161) Ahmed b. Hanbel
(162) Müslim, K. Musâkat, 7/1552
(163) Müslim
(164) Buhâri
(165) Anmed b. Hanbel
(166) et-Tevbe, 92
(167) Buhâri
(168) el-Maun, 4-7
(169) Bakara, 264
(170) Hâkim
(171) Müslim
(172) Beyhâkî
(173) Beyyine, 4
(174) En'âm, 63-64
(175) Zümer, 3
(176) Hâkim, Mişkhatül-Mesabih K. Rikah 5334
(177) Kehf, 110
(178) Timizi, M. Mesabih. K. Rikak, 5334
(179) Ebu Davûd, K. Cihad, 26/2519
(180) Taberâni, Tirmizi,, Zühd, 35, 2489
(181) 1. Mace, Mukaddime, 259
(182) Ebu Davûd, I. Mace, Mukaddime, 253
Prof. Muhammed Gazali