Konuşma Âdabı
Allah'ın insana verdiği en büyük nimetlerden biri de meramını ifade
edebilmesidir ki, bu sıfatı ile diğer yaratıklardan ayrılmakta ve onlara karşı
değer kazanmaktadır. "Rahman, Kur'anı öğretti, insanı yarattı, ona beyanı ilham
etti."(184) Nimetin büyüklüğü nisbetinde karşılığı büyür, şükrü gerekir ve ona
karşı nankörlükte bulunmak çirkinleşir.
İslâm bu büyük nimetten insanların nasıl istifade edeceğini
ve gün boyunca dillerinden düşürmedikleri normal konuşmalarını hayra
dönüştürebileceklerini tesbit etmiştir, insanlardan çoğunun dili susmaz.
Söyliyecekleri bitmez. Bu konuşulan şeyleri araştırmaya kalkışırsan çoğunu boş
laflar ve zararlı lakırdılardan ibaret bulursun. Halbuki Allah (c.c.), dili bu
gayeler için vermemiştir. Verilen bu nimetlerden de bu tarzda istifade
edilmemelidir.
"Onların fısıldamalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka
vermeyi veya bir iyilik etmeyi yahud insanların arasını düzeltmeyi emreden başka
(o, müstesnadır). Her kim de bu işleri Allah (c.c.)'m rızasını arayarak yaparsa,
biz ona âhirette büyük bir mükafaat vereceğiz. "(185)
İslâm büyük bir önemle konuşma usulü ve konusu üzerinde
durur. Çünkü herhangi bir insanı dilinden çıkan bir söz onun akıl ve ahlâk
seviyesine delalet eder. Bir cemaatte ki konuşma metodu, adı geçen cemaatın
genel seviyesini ve faziletlerde olan nisbetini tayin eder.
Kişi konuşmazdan evvel, kendi kendine benim konuşmamı
gerektiren bir durum var mıdır?" diye sormalı konuşmasını gerektirecek bir husus
var ise konuşmak, aksi halde zaruret olmadıkça konuşmamanın en büyük ibâdet
olduğunu bilmelidir.
Abdullah bin Mes'ud şöyle der: "Allah (c.c.)'a yemin ederim
ki yeryüzünde dilden daha çok uzun zaman hapsedilmesi gereken birşey
yoktur.(186) Abdullah bin Abbas 'da şöyle der: "İnsanlar için şu beş husus yağız
atlardan çok daha faydalıdır:
1. Seni ilgilendirmeyen
konularda konuşma. Aslında bu da fazladır. Çünkü yine de yalan söylemiyeceğinden
emin değilim.
2. Seni ilgilendiren bir durum
karşısında, uygun bir ortam bulursan konuş. Çünkü bazı kişiler kendilerini
ilgilendren hususlarda uygun ortam bulunmadığı halde konuştukları için
ayıplanmışlardır.
3. Akıllı, veya ahmak, hiçbir
kimseyle tartışma. Akıllı senin ayağını kaydırır. Ahmak ise, sana eziyet verir.
4. Hazır bulunmadığın anlarda
nasıl anılmanı istiyorsan müslüman kardeşin için de aynısını düşün. İnsanlardan
seni affetmelerini istediğin hususları sen de affet.
5. İyilik yaptığın an mükafatlandırılacağım bilip, kötülük işlediğinde de ceza
göreceğini bilen birisi gibi hareket et." (187)
Bir müslüman ancak tüm kuvvetiyle diline hâkim olduğu zaman bu hususları
gerçekleştirebilir. O, susmanın gerektiği yerde diline hâkim olur. Konuşmayı
arzu ettiği zamanda usulünde konuşur. Dillerini başıboş salıverenlerin âkibeti
uçurumdur. Gevezelik ve lakırdı kişinin haysiyetim ayaklar altına alır. Çoğu
toplantılarda başrol oynayıp durmadan konuşan kişileri dinleyenler bunların
düşüncesiz ve şuursuz konuştuklarına hükmederler. Hatta bazen akıl ile, böyle
uygunsuz konuşmalarda bulunan arasında çok büyük mesafenin bulunduğuna karar
verirler. Kişi değerini bilip aklını kullanmayı arzuladığı zaman kargaşalı
ortamlardan sakınıp sakin ve huzurlu yerleri tercih etmelidir.
İslâm, gereken yerlerde sükût etmeyi tavsiye ederek, sükûtu gerçek terbiye için
bir vasıta kabul eder. Resulullah' (s.a.v.)'ın Ebu Zerr'e yaptığı nasihatlardan
biri de şudur:
"Sen çoğu zaman sükût etmeyi tercih et. Bu sana, dininde yardımcı olup, şeytanı
kovar."(l88) Evet dil, şeytanın elinde bir iptir ki; onunla sahibini dilediği
yöne çevirir. İnsan diline sahip olmazsa dili kötülüklere sahne olur. Kalbini
manevî pislikler kaplayınca gaflet bulutlan içersinde bocalayıp durur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kişinin kalbi sağlam olmayınca, îmanı da
sağlam olmaz. Dili sağlam olmadan kalbi de müstekil olmaz."(l89)
Bu istikamet merhalelerinin ilki, kendisini ilgilendirmeyen hususlara
girişmemesi ve sorumlu bulunmadığı mes'elelere atılmamasıdır. "Kişinin
kendisini ilgilendirmeyen hususları terketmesi kâmil imanın şanındandır."(190)
Boş
sözlerden uzak durmak, kemâl ve kurtuluş alâmetidir. Kur'an bu hususu çok önemli
iki ibâdet olan namaz ve zekat arasında zikretmiştir: "Mü'minler muhakkak felah
bulmuştur. (Öyle mü'minler ki) onlar boş lakırtılardan ve faydasız şeylerden yüz
çeviricidirler. (Öyle mü'minler ki) onlar zekat (vazife)lerini yapanlardır.
"(191)
İnsanlar başıboş hareketler ve lakırdıları saymaya kalkışırsa, kulakları
celbeden, dikkatleri üzerine çeken, meşhur gazetelerin, revaçtaki kıssaların,
hitabe, basın ve yayın konuşmalarının çoğunun bomboş safsatalar olduğunu görüp
bu durum karşısında dehşete düşeceklerdir. İslâm boş ve mes'eleleri hoş
karşılamadığı gibi , boş lakırtıları da tasvip etmemiştir. Boş lakırdılar ömrü,
insanın yaratılışına uygun olmayan, gayri ciddi ve neticesiz yerlerde tüketir.
Müslüman boş lakırdıdan uzak durduğu nisbette Allah (c.c.)'ın indinde mevki
kazanır. Enes bin Malik (r.a.) anlatıyor: "Adamın biri vefat etti. Diğer biri de Resulullah (s.a.v.)'ın duyacağı bir şekilde "O cennetliktir" dedi. Resulullah
(s.a.v.) "Nereden biliyorsun? Belki o, kendisini ilgilendirmeyen hususlarda
konuşmuş ve mala hiçbir eksiklik getirmeden sadaka verme konusunda da cimrilik
etmiştir" buyurdu."(192)
Boş lakırdı sahibi, düşünce ve konuşması arasındaki irtibatı sağlayamadığı için
manasız ve kuru sözler konuşur. Öyle ki bazen kendisinin mahvolmasına,
geleceğinin yok olmasına sebep olacak kelimeleri bile sarfeder. Eskiler şöyle
demişlerdir: "Kimin şamatası çok olursa hatası da o kadar çok olur." Şâir şöyle
haykırmış: "Kişi, dilinin sürçmesi neticesi ölür. Fakat ayağının sürçmesinden
ölmez." Hadis-i şerifte şöyle denilmiştir: "Kul, etrafındakileri güldürme
maksadı ile bir kelime serdeder. Bunun neticesinde de yerle gök arası kadar
geniş bir uçuruma yuvarlanır. Kişinin dilinin sürçmesi neticesi duçar olacağı
tehlike, ayak sürçmesinden hâsıl olacak tehlikeden daha ağır olacaktır".(193)
İnsan konuştuğunda hayrı konuşarak, dilini güzelliğe alıştırmalıdır. Güzel
konuşma Allah (c.c.)'ın tüm semavî dinlerden talep ettiği yüce bir meziyettir.
Kur'an-ı Kerim, "Güzel söz söylemenin, Musa (a.s.) döneminde Allah (c.c.)
tarafından İsrailoğullarından alınmış bir ahid olduğunu beyan eder: "Hani
İsrailoğullarından Allah'dan başkasına ibadet etmeyin, anaya, babaya, hısımlara,
yetimlere, yoksullara iyilik yapın, insanlara güzellikle söyleyin. Dosdoğru
namaz kılın, zekat verin" diye (emretmiş) te'minatlı söz almıştık."(194)
Güzel ve iffetli bir söz dost düşman herkesçe kabul görüp, hoş neticeler
getirip, dostların muhabbetini celbeder. Dostluğu sürdürür. Aralarındaki
bağların devamına ve şeytanın aralarını açmasına engel olur. "Mü'min kullarıma
söyle, (kafirlere) en güzel (söz) ne ise onu söylesinler. Çünkü şeytan aralarına
fesad sokar. Zira şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır."( 195)
Şeytan, insanlar arasında fıtne-fesat tohumlarını saçmak ve basit nizalar
neticesi kanlı olaylar meydana getirmek için fırsat kollar. Şeytanın bu
faaliyetini engelleyen en büyük silah güzel konuşmaktır.
Düşmanlarla güzel konuşmak ise adavet alevini söndürür ve hiddeti frenler. En
azından, düşmanlığın artmasına ve şerrin yayılmasına engel olur.
"Ne (her) iyilik ne de (her) kötülük bir olmaz, sen (kötülüğü) en güzel (haslet
ne ise) onunla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan
kimse bile sanki yakın dost (un olmuş) tur" .(196)
Her meslekteki insanları yumuşak ve güzel konuşmaya alıştırmak maksadıyla
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "İnsanları mallarınızla râzı edemezsiniz,
fakat güler yüz ve iyi ahlâkla memnun etmeye çalışırsınız."'(197)
İffetli fakirlik; hayasız zenginlik ve cömertlikten yeğdir. 'İyi (güzel ve
tatlı) bir söz, bir ayıp örtme, ardından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır.
Allah (c.c.) (kulların sadakalarından) müstağnidir, halimdir". (198) Güzel söz,
sahibini Allah (c.c.) rızasına kavuşturan, nimet içinde bırakan, fazilet ve
iyilik nev'inden bir haslettir. Enes (r.a.)anlatıyor: "Bir adam Resulullah
(s.a.v.)'e -Beni cennete koyacak bir amelden haber ver, dedi. Resulullah
(s.a.v.): "Taam yedir, selâmı yay, insanlar uykuda iken sen geceleyin namaz kıl.
Emniyetle cennete girersin" buyurdu.(l99)
Allah (c.c.) diğer din mensubu insanlarla da yumuşak, tatlı ve nezaket ölçüleri
içerisinde tartışmamızı emretmiştir: "İçlerinden zulüm edenler müstesna olmak
üzere, ehl-i kitap ile en güzel (şekilden) başka bir suretle mücadele
etmeyin."(200)
Büyük insanlar, her sınıftan olan kişilerle davranışlarında kendilerinden nahoş
bir kelimenin çıkmamasına dikkat eder, değerlerini bayağı insanlarla düşürmemeye
gayret gösterirler.
Mâlik (r.a.) Yahya bin Sa'd (r.a.)'dan şunu rivayet eder: "İsa (a.s.) yolda
duran bir domuza "Allah rahatlık versin dedi. Yanındakiler: "Sen bir domuza mı
söylüyorsun?" dediler. İsa (a.s.): "Ben dilimi, kötülüğü söylememeye
alıştırıyorum" dedi.
Bazı kişiler, ar duymaz bir yüz, kötülükten haya etmez bir huy, başkasına
kötülük yapmaktan çekinmeyen bir ahlâk ve mürüvvet kaidelerini tanımayan bir
hayatı yaşarlar. Onlar bilgisiz ve edepsiz nefislerini tatmin etmek için hiç bir
usul ve kaideyi dinlemeyip önlerine geleni yaparlar.
Akıllı kişinin böyle sefih insanlarla uzun tartışmalara girişmesi uygun düşmez.
Çünkü bunların nahoş hareketler yapmasına sebep olur ki, bu büyük bir fitnedir.
Böyle kişilerin şerrini önlemek vaciptir. Onun için İslam, sefihlerle olan
müderati (onları idare etmeyi) câiz görmüştür. Câhilin biri Resulullah (s.a.v.)'ın
evine girmek istedi. Resulullah (s.a.v.) güzellikle engellemeye çalıştı. Çünkü
böyle kişilere karşı en güzel metod, onlara hilm ile davranmaktır. Şayet
Resulullah (s.a.v.) onu rencide edecek harekette bulunsaydı, belki ondan
Resulullah (s.a.v.)'ın zatına uygun düşmeye bazı nahoş kelimeler sadır olurdu.
Aişe (r.anha.) anlatıyor: "Adamın biri Resulullah (s.a.v.)'den yanına gelmek
için izin istedi. O gelmeden Resulullah (s.a.v.) "O, kavminin en kötü insanıdır,
dedi. İçeri girince de ona güler yüz ve yumuşak davrandı. Resulullah (s.a.v.)'ın
hanımı Aişe (r.anha.) "Ey Allah'ın Resulü: İlkin ona şöyle dedin, yanına gidince
de yumuşak ve güler yüzle davrandın, bu nasıl olur" dedi? Resulullah (s.a.v.):
"Ey Aişe! Beni ne zaman kaba ve ahlâksız gördün ki? Kıyamet gününde Allah (c.c.)
indinde insanların en kötüsü ahlâksızlığından korktukları için insanların
kendisini terkettikleri kişidir"(201) buyurdu. Bu husus, tecrübelerin tasdik
ettiği bir gerçektir. Çünkü ahlâklı bir insanın ahlâksız biriyle kendini küçük
düşürmesi uygun olmaz. İnsan, her gördüğü câhili edeplendirmeye kalkışırsa bu
hususta göreceği sıkıntı ve cefalarla baş edemeyip âciz kalacaktır. Kur'an böyle
bir müdareti mu'minlerin ilk sıfatlarından kabul etmektedir. "O çok esirgeyen
Allah (c.c.)'ın has kulları ki onlar, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler.
Kendilerine beyinsizler hoşa gitmeyecek laflar attığı zaman 'selâm (etle)' deyip
geçerler."(202) "Bunlar yaramaz lakırdıları işittikleri zaman ondan yüz
çevirirler ve: Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Size selâm
(olsun). Biz câhilleri aramayız dediler."(203)
İnsan, bir-iki defa öfkesini yutabilir. Fakat üçüncü defa hiddetlenir. Mu'mine
yaraşan, işin daha fazla kötlüklerle neticelenmemesi için, daha fazla eziyetlere
katlanmasıdır. Said bin Müseyyeb (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) ashabı
arasında oturuyor iken bir adam Ebu Bekir (r.a.)'e sataştı ve incitti. Ebu Bekir
(r.a.) buna ses çıkarmadı. Üçüncü defa onu rahatsız edince Ebu Bekir (r.a.)
karşılık verdi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) oradan kalktı. Ebu Bekir
(r.a.): Ey Allah'ın Resulü! Yoksa bende nahoş bir hareket mi gördün? "Hayır öyle
birşey olmadı. Ancak o adam sana eziyet verince gökten bir melek inip ona cevap
veriyordu. Sen müdahe edince, melek gitti ve yerine şeytan geldi. Şeytanın
bulunduğu yerde durmam bana yakışmaz" dedi.(204) Müdaret, kötülüğü kabullenmek
demek değildir. Bu iki durum arasındaki fark çok büyüktür. Şöyle ki:
Müderet: Nefsin sahibini küçük düşürecek âmiller karşısında zaptedilmesi,
ihtiyarî veya gayrî ihtiyarî öfkesini kırması ve öç almaktan men'edilmesidir.
Kötülüğü kabullenmek ise: Nefsin ahmaklığa, zillete boyun eğmesi, akıl ve
mürüvvet sahibi kişilerin kabullenmeyeceği hususlara boyun eğmesidir.
Kur'an akılsızlara karşı müdareti methederken, kötülüğe boyun eğmeyi de kerih
görmüştür... "Allah, fena sözün açıklanıp söylenmesini sevmez. Ancak zulme
uğrayanlar müstesnadır. Allah, herşeyi işitici ve herşeyi bilicidir. Eğer
hayırlı bir işi açıklar yahut gizlerseniz veya size yapılan fenalığı
bağışlarsanız şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır. Her şeye kâdirdir."(205)
Konuşmanın abesten korunması için, İslâm'ın aldığı tedbirlerden birisi de
tartışmanın önüne geçerek, haklı haksız durumlarda haram kılmasıdır. Çünkü
tartışmada öyle durumlar vardır ki nefis, o durumlarda gaddarlaşır,
karşısındakini ezmeye kalkışır, kendini haklı çıkarmak için her çare ve metoda
başvurur. Böyle zamanda kişi kendini üstün çıkarmayı, hakkı bulmaktan daha
önemli görür. Böyle anlarda nefsani ve inatvarî hareketler çok görülür. Hakkın
ortaya çıkması muhal olur.
İslâm, böyle durumlardan nefret edip onları din ve fazilet için tehlikeli görür.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim haklı olmadığı halde mücadeleyi terkederse kendisine cennetin yan kısmında bir ev verilir. Kim haklı olduğu
halde mücadeleyi terkederse kendisine cennetin ortasında bir ev verilir. Kim de
ahlâkını düzeltirse cennetin en üst yerinde kendisine bir ev verilir."(206)
Bazı kişiler, çenelerinin kuvvetli oluşundan istifade ederek âlim-câhil herkesle
kargaşaya girişirler. Onların yanında, çene çalmak en büyük arzu olup böyle
yapmaktan da hiçbir zaman usanmazlar. Böyleleri iş başına gelirse ortalığı
bozarlar. Dinde söz sahibi olurlarsa dinin tüm güzelliklerini tersine çevirip
heybetini zâyi ederler. İslâm, çok şiddetli bir şekilde bu gibi geveze ve
başıboş kişilerle mücadele etmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın en fazla buğz ettiği kişiler, şiddetli bir şekilde düşmanlık
besleyenlerdir." (207) "Hidayet üzere olan bir topluluk tartışmaya girmeden
dalalete düşmez"(208)
Böyle kişilerin arzusu sadece lakırdı olduğu için, konuştukları vakit hiçbir
hudut tanımazlar. Onlar sadece övünme ve gevezelik peşinde koşarlar. Mânâdan
ziyâde, kelime süsüne önem verirler. Böyle bir kargaşa içinde herhangi bir hedef
veya gâye aramak zordur... Bu aklanmışlardan birisi güzel bir kıyafet ile
Resulullah'ın huzuruna gelir, Rasulullah (s.a.v) onunla her konuştuğunda o,
Resulullah (s.a.v.)'den daha güzel bir biçimde konuşmaya zorlanırdı. Oradan
ayrılınca Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah (c.c.) ineklerin ot yerken
ağızlarını geveledikleri gibi insanlara karşı ağızlarını geveleyen bu ve bunun
benzeri insanları sevmez. Allah (c.c.) onların ağız ve yüzlerini cehennemde
evirip çevirecektir."(209)
Din, siyâset, ilim ve âdab sahalarındaki tartışmalara böyle edebiyat
taslakçıları el atarsa siyâset, din ve âdab namına ne varsa hepsi fesada uğrar.
İslâm âleminde meydana gelen sosyal yıkılmalar, fıkhî sürtüşme ve bölünmeler,
bölücü ceryanlar vs... Bunların hepsi, din ve hayatı konularda yapılan bu
mel'unce tartışmaların neticesidirler. Tartışmanın delil, araştırma ve ilmi
çalışmalarla alakası yok. Birçok sahabeden şu hadis rivayet edilmiştir. "Biz
dinî konuların birinde tartışırken Resulullah (s.a.v.) çıkageldi. O güne kadar
görülmediği tarzda öfkelendi ve bizi azarlayarak şöyle dedi: -"Ey Ümmeti
Muhammed! Yavaş olun ve kendinize gelin, sizden önceki ümmetleri bu gibi boş
tartışmaları yok etmiştir. Tartışmaları terkedin. Çünkü onda hayır yoktur.
Tartışmayı terkedin, çünkü mü'min tartışmaz.
Tartışmayın, çünkü tartışmanın zararları açık ve kesindir.
Tartışmayın, çünkü kişiye kötülük olarak tartışmacı olması yeter.
Tartışmayın, çünkü tartışan kimseye kıyamet gününde şefaat etmem.
Tartışmayın, ben tanışmayanlara, biri köşede biri ortada ve biri de en yüksekte
olmak üzere cennette üç köşk vermeyi ezerime alıyorum. (Bunların en yükseği
haklı olduğu halde tartışmayı terkeden içindir.) Tartışmayın, çünkü putlara
tapmaktan sonra Rabbimin beni nehyettiği ilk şey tartışmadır." (210)
Çoğu insanların ballandıra ballandıra konuşup tartıştıkları toplantı yerleri
vardır. Oysa İslâm, insanların ayıplarının araştırıldığı, haberlerin ters
çevrilmek suretiyle aktarıldığı böyle oturma yerlerinde vakit öldüren tembelleri
ve bu yerleri de sevmez. Güya bunlardan bazılarının harcayacakları kadar malı
vardır. Bununla rahatlarını sağlama ve başkalarının işleriyle hayaller kurup
oyalanmaya çalışırlar. "Veyl olsun, (insanları arkalarından çekiştiren) her
ayıplayıcıya. Yüzlerine karşı dil uzatıcıya o ki; bir çok mal toplamış ve onu
sayıp durmaktadır. Sanıyor ki onun malı kendisini (dünyada) ebedileştirecektir.
Hayır... (Malı onu kurtarmaz)? Muhakkak ki o ateşe atılacaktır."(211)
Asrımızda insanların kahvehane ve eğlence salonlarında oturmaları, çok yaygın
bir mes'eledir. Bu husus çeşitli yönleriyle cemiyetleri musallat olmuş bir
âfettir. Hiçbir meşru ihtiyaç olmadığı halde böyle yerler şehir ve köylerde
çoğalmıştır. Hadiste şöyle denilmiştir: "Yollarda oturmaktan sakınınız." Ashab:
"Ey Allah'ın Resulü konuşma ve diğer ihtiyaçlarımız için mutlaka oturmamız
gerekiyor" dedi. Resulullah (s.a.v.): "Mutlaka otura cağımızda ısrar ediyorsanız,
yolun hakkını veriniz:" buyurdu. Ashab- Ey Allah'ın Resulü yolun hakkı nedir?
Resulullah (s.a.v.): "Gözleri günahlardan sakındırmak, yoldan eziyet veren
şeyleri kaldırmak, selama karşılık vermek, iyiliği emir ve kötülükten
sakındırmaktır" buyurdu.(2l2)
________________
(184) Rahman, 1-4
(185) Nisâ, 114
(186) Taberâni, (187)1. Ebu Dünya
(188)Ahmed,
(189) Ahmed, R. Ehadis 6084
(190) Tirmizi (191)Mü'minûn, 1-4
(192) Tirmizi
(193) Beyhâkî
(194) Bakara, 83
(195) Isrâ, 83
(196) Fussilet, 34
(197) Keşfül Hafa:l/252
(198) Bakara, 263
(199)Bezzâr
(200) Ankebût, 46
(201) Buhâri
(202) Furkân, 63
(203) Kasas, 55
(204) Ebu Davûd
(205) Nisa, 148-149
(206) Ebu Davud
(207) Buhari
(208) Tirmizi
(209) Tebarâni
(210) Taberani
(211) Hümeze, 1-4
(212) Müslim
Prof. Muhammed Gazali