Kuvvet
Kuvvetli inanç; bitmeyen bir güç, cesaret, zorluklara göğüs germek ve şiddetli
işlere yönelmek için tükenmeyen bir kaynaktır ki; sahibini her ne kadar zor ve
istenmeyen bir şey ise de ölüme koşturur. İşte, îmanın kalbe yerleşip
kaynaşmasının şekli budur. O, sahibinin tüm hayatına renk veren bir kuvvettir.
Konuştuğundan emindir. Çalıştığı zaman en iyi işi sergiler. Hedefindeki maksadı
açıktır. Kalbini onaran duygulardan ve aklını aydınlatan fikrinden emin
bulunduğu için tereddütler içine girmez. Onu, yerinden fırtınalı kasırgalar bile
depretemez. O, etrafındaki insanlara şöyle der: "De ki, ey kavmim!
Bulunduğunuz hal üzere çalışın. Elbet ben de çalışıyorum. Artık yakında
bileceksiniz. Kimmiş o, kendisine rüsvay edici bir azab gelecek olan ve üzerine
devamlı bir azab inecek olan." (247)
Bu meydan okuyuş, bu bağımsız çalışma ruhu ve bu hak yolda
bulunma güveni... Tüm bunlar onu hayat içinde ayrı hedef sahibi kılar. O,
insanlara basiretle bakar, onları doğru bulursa yardım eder, hatalı bulursa
çevirip kendilerini uyarmaya çalışır.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Sizden biriniz:
"İnsanlar iyilik yaparlarsa ben de yaparım. Kötülük yaparlarsa ben de yaparım"
diyen asalak ve sebatsız insan olmasın. Kendi kendinizi şuna alıştırın:
"İnsanlar iyilik yaparlarsa siz de iyilik yapın, kötülük yaparlarsa
kötülüklerinden uzak durun. "(248)
Zayıf insan, umumi örften uzak, revaçtaki taklidin esareti altına giren
şahıstır. Bu taklit dünya ve âhiretinin gitmesine bile mal olursa onun için
değişmez.
İnsanlar sevinç ve kederlerinde çeşitli bidatlar ihdas
etmişlerdir. Bu insanlar dinin emirlerinden ziyade bunlara sarılırlar. Gerçek
mü'min, dinde senedi olmayan bir şeye önem vermez. O, taklid ve İslâm'a uymayan
örfün üstüne gittiği için çeşitli zorluklarla karşılaşabilir. Ancak, o tenkid ve
ayıplamalara kulak asmadan hiçbir kınayanın kınamasından korkmadan hak bildiği
hedefe doğru yol alacaktır. Bazen revaç bulan bâtılın üzerine kuvvetli insanlar
varınca fazla kalmadan bu bâtıl dağılıp gider. Çok insan körü körüne
savundukları bâtıldan vazgeçip eskiden düşman bildikleri ve zahmet çektirdikleri
kişilere, hakkı gördükleri için gönül huzurluğu içinde yardımcı ve taraftar
olurlar. İbni Abbas Resulü Ekrem'den şu hadisi nakleder: "Sadece insanlar
memnun kalsınlar diye Allah'ı gazaplandıran kişilerden Allah'da buğz edip
kendileri için Allah'ı gazaplandırdığı kişileri de onun gözünde düşürür. Kimse
Allah (c.c.) için (haram işlediklerinden dolayı) insanları gazapandırırsa Allah
(c.c.) ondan razı olur. Ve bu gazaba gelen insanların gözünde onun fiil, hareket
ve şahsını haklı göstermek suretiyle onları râzı eder. "(249)
Müslüman inandığı dâvada sebat edip bu yolda cahillerin
örfünü çiğnediği için karşılaşacağı tüm zorluk ve dedikodulara da kulak asmasın.
Kendisini Allah'ın rızasına götürecek hedefini bellesin. Madem ki hurafelere
inanmak bile sahibini çeşitli zorluk ve istihza alanlarına sürüklüyor, öyleyse
İslâm'a îman eden kişilerin davalarında sarsılmaz dağlar gibi kuvvetli olmaları
gerekir. "Seni gördükleri vakit" bu mu Allah'ın Peygamberi olarak gönderdiği?
(derler). Seni bir eğlenceden başka birşey edinmezler.
(Şöyle derler): Hakikat eğer üzerlerine (düşüp) sebat
etmeseydik bizi az kaldı tanrılarımızdan saptıracaklardır. O, onlar azabı
görecekleri vakit kim yolca daha sapıktır, yakında bilecekler."(250)
Evet, müslüman kalbindeki inanç, kuvvet ve iman azametinin
farkına varmalıdır. Mü'min bunu çevresine kabul ettiremediği takdirde onun,
yerinde durup hiçbir esintiden deprenmeyen ve yer değiştirmeyen bir kötülükten
farkı kalmaz.
İmanından güç alan, Rabbıyla olan irtibatının farkına varan,
İslâm'daki istikâmetin hakkını bilen bir mümine insanlar ne yapabilirler ki? Tüm
insanlar onun başına toplansalar da en ufak bir şey yapamazlar. İbni Abbas
(r.a.) anlatıyor: "Ben Resulullah (s.a.v.)'ın terikesine binerken bana şu
tavsiyelerde bulunmuştu: "Ey delikanlı! Allah (c.c.)'ın emirlerini gözet ki
Allah (c.c.)'ta seni gözetsin. Allah (c.c.)'a geniş zamanında kendini sevdir ki
o da sıkıntı zamanında seni sevsin. Bir şey taleb ettiğin zaman Allah (c.c.)'tan
talep et, yardım istediğin zaman Allah'tan iste. Bütün mahlukat el birliğiyle
sana bir fâide. ve menfaat bağış etmek isteseler Allah (c.c.)'in sana
yazdığından fazla birşey bahsedemezler. Kezalik tüm mahlukat el birliğiyle sana
bir zarar vermek isteseler Allah (c.c.)'ın sana takdir ettiği zarardan
ziyadesini yapamazlar. Kalemler (işleri hitâma erip) kaldırılmış, sâhifeler de
(üzerlerindeki yazılar tamam olup) dürülmüştür."(251)
Şu bir gerçektir ki, mü'min de zilleti kabul etmeyen diğer
faziletler gibi, kuvvet fazileti de tevhid akidesiyle beraber onun kalbine
yerleşir. Mü'min semâ ile irtibatlı olup îmanı sayesinde yalnız başına bir
ümmeti oluşturabildiği için yüce değerlere sahiptir. O, Rabbinin şu âyetini
dilinden düşürmez: "De ki gökleri ve yeri yoktan var eden ki O, yedirip
besliyor. Kendisi yedirilip beslenmiyor. Allah'tan başkasına mı tanrı
edinecekmişim ben? Belki bana hakikaten müslümanların birincisi olmaklığım
emredildi. Sakın Allah'a eş tutanlardan olma (denildi)." (252)
Ey Müslüman! İslâm'ın senden istediği; kuvvetli azim sahibi,
hedefine varmak için tüm kuvvetini harcayan, maksadım gerçekleştirmek için en
sağlam metodlara teşebbüs eden, hiçbir maddi menfaata aldırış etmeyip tâviz
vermeyen, çalışıp da nefsi için elde edemediği mes'elelere boyun eğmeyen biri
olmandır.
Nice kişiler vardır ki, Allah (c.c.)'a olan yalvarışlarını, hezimetleri ve
kusurları için siper etmektedirler. Bu ise İslâm'ın kerih gördüğü bir durumdur.
Avf bin Malik (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) iki
kişi arasındaki davayı neticelendirdi. Ayrılıklarında aleyhine dava neticelenen
kişi: "Hasbunallahü veni'mel vekil" dedi. (253)
Resul-i Ekrem (s.a.v.): "Allah (c.c.) acizliği sevmez.
Binaenaleyh devamlı maharetli (ve zeki) olmaya bak. Bununla beraber yine de sana
bir şey galebe çalarsa "Hasbunallahü veni'mel vekil de."(254) Yani, bir
müslüman yolundaki tüm engelleri aşmak için bütün varlığıyla çalışmakla
mükelleftir. İmkânını kullandıktan sonra da muvaffak olmadıysa umutsuzluğa
kapılmamak için Allah (c.c.)'a tekrar yalvaracak ve yaklaşacaktır. Bu durumda
engelleri aştıysa ne âlâ. Aşamadıysa kulluk vazifesini îfa etmiş sayılır. O her
iki durumda da güçlüdür. Çünkü o, evvelden gayret sarfettiği için, saniyen de
tevekkül gösterdiği için güçlüdür.
Ey Müslüman! islâm sana işlerinde tereddüt edip, iyi işlerde
bocalamanı, feryadlan çoğaltmak suretiyle önüne şüphe bulutlan oluşturmanı ve
nasıl bilemeyip hayrette kalmanı fayda verecek şeyleri bırakıp terketmeni
yasaklamıştır. Evet, tüm bunlar müslümana yakışmayan durumlardır. Resuli Ekrem
(s.a.v.) şöyle buyurur:
"Kuvvetli mü'min Allah'ın yanında zayıf mü'minden daha
hayırlı ve daha sevimlidir. (Hatta) tüm hayırları için de durum böyledir. -Sana
fâide veren şeyi hırsla taleb et- Allah'tan yardım dile, acze düşme. Başına bir
musibet gelirse şöyle yapsaydım böyle olurdu, şöyle olurdu deme. Fakat "Allah
(c.c.) böyle diledi de onun için oldu, takdiri ilâhi böyleydi" de. Muhakkak ki "se,
sa" manasına gelen "lev" şeytanın istediği hareketlere yol açar. "(255)
Mazîyi feryad ve figanlarla değerlendirip kişinin dilediğini
elde edemediği için umutsuzluğa düşmesi şeytanvârî bir histir. Kişi hazır ve
istikbaline faydalı olabildiği nisbette geçmişine göz atar. Geçmişin
hezimetlerine eğilmek onlar için mahzun olmak neticede manen dağılmak, "Şöyle
olsaydı, böyle olmasaydı" hayalleri peşine düşmek, "Keşke bu da olsaydı"
kuruntularını tekrarlamak...
Evet, tüm bunlar müslümana yakışmayan ve onun ahlâkının
özelliğinden olmayan hususlardır. Nitekim böyle hususları Kur'an kâfirlerin
gönlünde alevlenen hasret belirtileri olarak kabul eder.
"Ey imân edenler! Kardeşleri yeryüzünde dolaştığı veya bir
savaşta bulundukları zaman haklarında şöyle söyleyen kâfirler gibi olmayın:
"Bizim yanımızda olsalardı ölmez ve öldürülmezlerdi. " Allah onların bu söz ve
inançlarını kalplerinde bir keder ve hasret olsun diye bıraktı. Halbuki Allah
dilediğini yaşatır, dilediğini öldürür. Allah yapmakta olduğumuz şeyleri
bilendir."(256) Bir hadisi şerif böyle vârid olmuştur:
"Kim insanların en güçlüsü olmak istiyorsa, Allah'a (c.c)
tevekkül etsin."
Kişiyi güçlendiren tevekkül, Allah (c.c)'a itimâd etmenin bir
suretidir. İnsan, zor günlerinde etrafına baktığı zaman, bazen yardın ve bir
umut ışığını göremez. Düşmanıyla karşı karşıya kalan güçlü ve bilekli biri
imkânsızlık ve kimsesizlik anında Allah (c.c)'a tevekkül ederse arkasında büyük
güç sahibi birinin varlığını hissedip bu tevekkülünden dolayı sebat ve cesaret
kazanır. Öyle ki kendisine, fırtınalı ve karanlık bir ortamda zafer müjdeleri
parlamaya başlar. Allah (c.c) böyle tevekkülün, tâğut ve zorbaların zulmüne
karşı savaşan peygamberler ve onların taraftarları olan kişilerin uzun zaman
devam eden mücâdele ruhu olduğunu beyân buyurmuştur.
"Hem bizim Allah'a tevekkül etmememiz için hangi özür
olabilir ki? O bize yollarımızı dosdoğru gösermiş hidâyet vermiştir. Elbette
bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. O halde tevekkül edenler yalnız Allah'a
tevekkül etmekte sebat etsinler."(257)
Fâcir hükümdar ve yandaşları, mu minlerin hazırda sebat
göstererek istikbâli hayırla bekleyip, el'an olan za'fiyetlerinin de gelecekte
galebe çalacak kuvvete dönüşeceğindeki kesin huzurlarını" Aldanmaca" olarak
niteliyorlardı. "O zaman münafıklarla kalplerinde maraz bulunanlar şöyle
diyordu: "Bunları (Müslümanları) dinleri aldattı: "Halbuki kim Allah'a dayanıp
güvenirse hiç şüphesiz Allah mutlaka galiptir. Tam hüküm ve hikmet
sahibidir."(258) Gerçek bir tevekkül; büyük bir cehd ve samimi bir iradeye
denktir.Tevekkül bu manasını, islâm'ın tatbikattan düşüp mensuplarının arasında
bir oyuncak ve âdet haline geldiği asırlarda kaybetmiştir.
Mü'mini güçlendiren hususlardan biri de, hayatın arsız ve
hayasız durumlarından uzak kalması, temiz ve dürüst meslekleri edinmesidir. İçi
bozuk ve mürüvvetsiz biri canavarların postuna bürünüp sultanlarla oturup kalksa
bile yine de güçsüzdür. Allah (c.c.), Hud (a.s.) kavmine gerçek kuvvet esbabına
sarılma konusunda nasihat etmişti: "Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin,
sonra yine ona tevbe edin ki, üstünüze gökten bolbol (feyzini) göndersin.
Kuvvetinize daha fazla kuvvet katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.(259)
Allah'ın Resulü da insanlara ibadetlerinin manen tezyin edip eda etme yollarını
göstermiş ve onlara, hayra sarılıp şeytanla mücadele ettikleri takdirde
erişecekleri şerefli makamları izah etmiştir. Bir konuşma esnasında ashabına şu
misali verdi:
Allah (c.c.) yeri yarattığı zaman sallanıp durmaya başladı.
Onu dağlarla takviye edince sakinleşip istikrar buldu. Melekler dehşete düşerek
şöyle dediler: "Allah (c.c.)'imiz dağlardan daha güçlü bir şey yarattın mı)
Allah: "Evet, demiri" dedi. Melekler: Demirden de kuvvetli birşey yarattın mı?
Evet. Ateşi, suyu, Melekler: Sudan daha kuvvetli bir şey yarattın mı? Evet bir
mü'minin sağ eliyle verip sol elinden gizlediği sadakayı' dedi."(260)
Acaip bir yaratık olan bu insan, bütün kâinatın efendisi
sayılır. Kainattaki en zor ve çetin şeyler arasında muvazeneyi kurabilir,
değerini bildiği takdirde de hepsinin durum tercihini yapar. Ve efendileri olur.
Kıymetini bilmediği takdirde, ise toz zerrelerinden daha basit olup yer ve gökte
bulunanların lanetine müstehak olur.
Yukarıda geçen hadis iyi insanın kıymetini îlan edip hayra
sarıldığı andaki mevkiinin yüceliğini canlandırmaktaydı.
Mü'minin kuvvet unsurlarından birisi de dürüst, insanlara
samimi kalp ve ideal bir şekil ile yönelmesi, hak namına şahsiyetini küçük
düşürecek hareketlere girişmesidir. Aslında, o kuvvetim, yaşadığı ve temsil
ettiği inançtan almaktadır. Mü'min bu gerçeği ömür boyu haykırır. Resulullah(s.a.v.)'ın
oğlu ibrahim'in vefatı esnasında güneş tutulunca, insanlar: "Güneş İbrahimin
ölümü için tutulmuştur" dediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.v.) şu hutbeyi
îrad buyurdu: "Güneş ve ay hiç kimsenin ölüm ve hayatı için tutulmazlar. Fakat
ikisi de Allah'ın insanlara gösterdiği delillerden iki tanesidir. Binaenaleyh bu
durumu gördüğünüz zaman namaza durun"(261) Gerçekçi bir insanın bâtıl
inançlarla alakası yoktur. O, bu hususlardan beridir. Onun öyle olması şerefinin
çokluğuna işarettir. Bu durumda onu yalan ve dolandan uzaklaştırır, hayatını
faziletler ve yücelikler üzerine ikâmet eder. İyiliği emr kötülüğü nehy etme
vecibesi böyle yüce bir şahsiyetten fışkırır. Böyle bir vecibe, ihlasla
hatalarını kabullenerek, onların izalesini de hayırla onarmaya çalışanların
omuzlarında ikâme edilir. Bilhassa, "İslâm ve Siyasi İstibdat"(262) adlı
eserimizde islâm'ın "iyiliği emr, kötülüğü nehy" vecibesinden kast ettiği
içtimaî ve siyasî hedefleri îzah ettik. Burada bizim tekid ederek anlatmak
istediğimiz mes'ele, müslümanın gördüğü hataları düzeltmesi, cesaretle ve hiçbir
güçlükten korkmadan yakın akraba ve arkadaşlarından utanmadan ve kınayanın
kınamasından çekinmeden bu hataların izâlesine girişme vecibesidir.
İslâm, âsi ve müstekbirlerin önünde cılız durması ve onlara
değer verici şekilde hitab etmeyi yasaklamıştır. Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle
buyurur: "Bir kişi münafık birine "Efendim" dese Rabbını gazablandırmış
olur."(263)
Birinin kalkıp mahfuz haklan çiğnemesi, sonra da kendisini tenkid edenlere değil
de kendini alkışlayanlara kulak asması büyük bir cinayettir.
"Allah (c.c.), kimi zelil düşürürse onu aziz kılacak
olmaz. Muhakkak ki Allah (c.c.) dilediğini yapar."(264)
İslâm'ın gıybeti haram kılması, müslümanın şahsiyetini
korumak ve onun kuvvetini muhafaza etmek içindir. Kin alevlerini yatıştırmak
için insanların bilinen veya bilinmeyen kusurların açığa çıkarmada çaba
göstermeye kalkışan birisi, şüphesiz ki düşük şahsiyetli biridir. Halk namına
içinden gelen bir sese kulak vermek gayesiyle şu bu demeden istediği metodlarla
ve gizli bir şekilde söyleyebildiği halde insanların kusurlarını yüzlerine vuran
da şahsiyetli bir insan sayılmaz. Bunun manası, kötülüğünü istediğiniz kişilere
intikam gayesiyle kötülük yapmak değildir.
Birinin kusurunu gördüğümüz zaman bizim yapacağımız belli
şeyler var, şöyle ki:
a) Bu kusuru, bedeni veya
rütbesinin düşüklüğünde olursa böyle birini gizli veya açık bir şekilde
ayıplamamız cehaletten kaynaklanır.
b) Kusuru, içine düşüpte
çıkamadığı bir günah ise, bunun bir ayak sürçmesi olma ihtimali olabilir. Böyle
birini azarlamamız ve insanlar arasında teşhir etmemiz de düşük sayılır.
c) Bulduğumuz günah tiryakisi
birinin açıktan ve utanmadan yaptığı bir günah ise bize düşen hiç kaygı duymadan
ve açık bir şekilde ona hakkı îzah etmemizdir.
Hakkı söylediğimiz zaman ihlasa daha muvafık olması için
muhatabımızı rencide etmemeli ve ona eziyet etmemeli ve ona eziyet etmek
sevdasında olmamalıyız. Gayemiz, sâdece münkeri izâle, fert ve cemiyeti ıslah
olmalıdır. Günahkarı, düşmanlarına yaklaşmak, imkânlarından istifade etmek,
kendisini de bu hatalardan beri kılmak gayesiyle, adı geçen düşmanının yanında
anmak İslami bir tebliğin şanından değildir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle
buyurur.
"Kim haksız yere bir müslümanın bir lokmasını yerse Allah
(c.c.)'da ona aynısını cehennemden yedirir. Kim haksız yere bir müslümanın
elbisesini giyerse Allah (c.c.) ona cehennemden aynısını giydirir. Kim de bir
Müslüman'a riya ve gösteriş taslarsa Allah (c.c.)'da kıyamet gününde onu riyakâr
ve gösterişçilerin makamında haşredecektir"(265)
Gıybet, düşük şahsiyetli kişilerin şanıdır. "Gıybet
hedefsiz kişilerin sanatıdır. "
İslâm arslanların artığıyla beslenen tilkiler gibi başkasının
iyiliklerine konmak ve yükselmek isteyen kuyrukçu insanlardan hoşlanmaz.
Müslümana şahsiyetini başkasına bağlayarak hareket etmesi yakışmaz. Bilakis
müslüman, şahsiyet düşürücü hareketlerden uzaklaşıp izzet ve şerefi talep
etmelidir. Resulullah (s.a.v) cennet ve ehlini, cehennem ve onun da ehlini
tanıtırken kuvvet hasletlerini, izzet ve şerefi cennetliklerin özelliğinden, acz
hasletlerini, hıyanet ve başkalarıyla oynamayı da cehennemliklerin
özelliklerinden sayarak şöyle buyurmuştur: "Cennet ehli" 3 sınıftır:
1) Başarılı, âdil ve mert olan
idereciler.
2) Akrabalarına merhametli ve yufka
kalpli müslümanlar.
3) Muttaki, iffetli ve hayalı âile
sahipleri. Cehennem halkıda şunlardır:
1) Tüm arzularını (küçük olsa dahi)hiyanetle
yerine getirmeye çalışanlar.
2) Gece-Gündüz mal ve malın hususunda
seni aldatmaya çalışanlar.
3) Cimri, yalancı, ahlâksız, söven
hayasız olanlardır. "Allah (c.c) kimsenin kimseye kibir taslamayıp, hiçbirinin
diğerine zulüm yapmaması için bana mütevazı olmanızı vahyetmiştir." (266)
Öte yandan müslümanların karşılaştığı ve içine düştükleri
hepsini küçük düşürücü diğer bazı hususlar daha vardır. Şahsiyet düşüklüğü ve
içtimai zillet insanı sırt üstü düşürür, düşüncesine menfi açıdan tesir eder onu
faydasız ve uğursuz biri kılar. Müslümana düşen bu kötü durum ve tuzaktan
kurtulmak için tüm gayretini sarfetmelidir. Resul'ü Ekrem böyle acı
musibetlerden Rabbına sığınırdı: "Allahım keder ve hüzünden, tembellik, ve
acizlikten , korkaklık ve cimrilikten, borç altına girmekten ve insanların
kahrına uğramaktan sana sığınırım." (267)
Sabır ile umut, hazır ve istikbâlde mü'minin azığıdır. Mü'min
onların gölgesinde ağır musibetlere karşı durur. Perişan olmaz. Bilakis o îmanı
sayesinde her taraftan gelecek fitne ve hadiselere karşı şerefle kendisini
korur. Ve Allah (c.c)'tan başkasına yalvarmaz.
_______________
(247) Zümer, 39-40
(248) Tirmizi
(249) Tebarâni
(250) Purkân,41-42
(251) Tirmizi
(252) En'am, 14
(253) "Allah(c.c) bize yeter, O (c.c) ne güzel vekildir" demektir.
(254) Ebû Davud
(255) Müslim
(256) Âl-i İmrân, 156
(257) İbrahîm,12
(258) Enfâl,49
(259) Hûd, 52
(260) Tirmizi
(261) Buhâri
(262) Allah (c.c) izin verdiği taktirde en yakın zamanda tercümeye etmeyi
düşünüyoruz. (Mütercim)
(263) Hâkim
(264) Hacc: 18
(265) Ebû Davud
(266) Müslim
(267) Ebû Davud
Prof. Muhammed Gazali