Hilm (Vakar) Ve Suç Bağışlama
Zor
durumlar karşısında insanların direnebilme seviyeleri aynı değildir. Bazı
insanlar en basit bir durum için heyecana kapılır. Bazıları da iyi akıl ve
yumuşak huylarından istifade ederek şiddetli hâdiselerin meydana getirdiği
musibetler karşısında sarsılmaz ve vakarlarını muhafaza edebilirler.
İnsan nefsinde meydana gelen; hiddet, sükûnet, acelecilik,
sabır, amelin bulanıklığı ve niteliği hususlarında fıtratın büyük fonksiyonu
vardır. Tam şahsiyet sahibi bir insanın yüceliği arttığı nisbette gönlü
genişleyip açılır, hilm'i çoğalır. Böyle biri insanların mazeretlerini makbul
görür, hatalarını görmezlikten gelir. Kendini bilmez biri onu rahatsız etmek
isterse, yoldan geçmekte olan bir filozofu çocukların taşlaması ve rahatsız
etmesi gibi, sâdece kendi seviyesine bakıp hakimane hareket edip çocuk vâri
hareket etmez.
Hiddetlenen kişileri, nefisleri mağlup edince onları
delilerin seviyesine düşürür. Onlar kendilerine yapılan bir hareketi kan akıtmak
suretiyle karşılamaya çalışırlar.
İnsan yüce fazîletlerin meydana getirdiği surlar içinde
yaşamış olsa, bir hatanın açısıyla bu kadar şiddetli bir şekilde rahatsız olur
muydu? Hayır... Çünkü esas kötülük, yapılmak istenen yere ulaşmadan sahibini
bulur.
Allah (c.c)'ın Peygamberi Hud (a.s)'ın kavmini tevhide davet
ederken onlardan almış olduğu cevaba karşı gösterdiği hilm, bu meseleyi iyice
îzah eder. "Kavminin ileri gelenlerinden bir cemaat de "Biz seni muhakkak bir
beyansızlık içinde görüyoruz. Seni muhakkak yalancılardan sayıyoruz.." dedi
(Bunun üzerine HUD:) "Ey kavmim" dedi. "Bende hiçbir beyinsizlik yoktur. Fakat
ben âlemlerin Rabbinden gönderilmiş bir peygamberim. Size Rabbimin vahy
ettiklerini tebliğ ediyorum, ben sizin emin bir hayırhahınızın." Câhillerin
Hud (a.s)'a sataşması onun hilmini yenmedi. Çünkü Allah (c.c)'ın hayır ve iyilik
timsali bir peygamberi ile nefisleri zulmederek fayda ve zarar verecekler
inancıyla taşlara tapan bir kavmin arasındaki fark, çok büyüktür. Göçmen
kuşların nahoş seslerinden büyük bir mürşid nasıl rahatsız olabilir? Resul-i
Ekrem (s.av.) ashabına aynı sabır ve nefse hâkim olmayı öğretmek istemiştir.
Rivayete göre bir bedevi ondan birşey talep etmeye geldi. Resulullah (s.a.v.)
ona istediğini verince: "Sana iyilikte bulunmuş sayılır mıyım?" Bedevi: "Hayır
ne iyilik ettin ne de güzellik . Bunun üzerine ashab hiddetlenerek ayağa kalktı.
Resul-i Ekrem oturmalarını ve ondan vazgeçmelerini emretti. Sonra da evine
giderek bedeviye biraz daha mal verdikten sonra: "Sana, iyilik yapmış sayılıyor
muyum?" dedi. "Evet, Allah (c.c) ev ehlini kavmini ve seni hayırla
mükafatlandırsın," dedi. Resul-i Ekrem (s.a.v): " Biraz evvel ne dediğini
biliyorsun. Onun için bana şimdiki söylediğin duayı onların arasında da tekrar
et ki, kalplerinde besledikleri (buğz) gitmiş olsun. "Bedevî " lur" dedi.
Ertesi gün ashabın bulunduğu yere geldi. Resulullah (s.a.v):
" Bu bedevi ne söylediyse söyledi, biz onun istediğini yerine getirdik. O da
râzı olduğunu söylüyor... Öyle değil mi (ey bedevî)? - "Evet öyledir. Allah
(c.c) ehlini, kavmini ve Seni hayırla mükafatlandırsın," dedi. Bunun üzerine
Resul'i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu "Benim sizinle misalim şu adamın haline
benzer. Onun devesi kaçmış, insanlarda peşine düşmüştür? Onlar deveyi daha fazla
ürkütmekten başta bir şey yapmıyorlar. Deve sahibi: "Beni devemle baş başa
bırakınız. Ben sizden daha fazla onu bilir ona acırım." dedi. Daha sonra deveye
yönelerek yerden aldığı kuru otları ona göstermek suretiyle çağırıp yanına
gelmesini sağlamıştır. Sonrada devesini çökerterek eşyasını yüklemiş ve üzerine
binmiştir. Sizleri adamın söylediğiyle başbaşa bıraksaydım, onu öldürüp ateşe
girmesine sebebiyet vermiş olacaktınız."(268)
Vakar sahibi Resul'i Ekrem (s.a.v) bedevinin yaptığı
nankörlüğe karşı hemen dehşete gelmedi. O (s.a.v.), bedevinin bir kısım insanın
konuşma esnasındaki kalabalık ve kötülüğe olan meyilleri gibi, huyunu hemen
sezdi. Böyle insanlar, hemen ceza verildiği takdirde sonlan gelmiş olur. Aslında
böyle ceza zulüm sayılmaz. Fakat büyük ıslahatçılar, insanların böyle kötü bir
neticeyle karşı karşıya gelmelerini istemezler. Onlar, vakarlarının eseri
olarak, uçurumda olanları hayra yönelmeye ve doğruyu konuşmaya sevkederler.
Böyle bir durum elde etmek için akıl sahibi herşeyini takdim eder. Cömert biri
gönül kazanma yolunda neler harcamaz ki? Resulullah(s.a.v)'ın gönlünü aldığı
bedeviyi birkaç gün sonra, büyük işleri yüklenmişken görüyoruz. Evet onu
Resulullah'ın davası için canını seve seve takdim edenler arasında görüyoruz.
Zaten mal büyük ıslahatçilerin elinde, ihtiyaç sahiplerine verilmesi gereken bir
emanet, yahut ürkek bir hayvanı yakalayıp uzun mesafeleri katetmek ve binmek
için yerden alınıp ağzına uzatılan kuru ot mesabesindedir.
Şu bir gerçektir ki Resul-i Ekrem (s.a.v) bazen
hiddetlenirdi. Fakat bu hiddeti şeref sınırlarını aşmazdı. Bazen de hareketi
sadece hoşlanmağı şeyden yüz çevirmekten ibaretti. Resullullah (s.a.v)'ın
siyerinden bize kadar gelen onu kendi nefsi için intikam almaması, sadece
haramları çiğnendiği zaman, Allah (c.c) emri olduğu için intikam almasıdır.
Ganimet dağıtırken cılız bir bedevi ona "Adalette bulun. Bu dağıtmada Allah
(c.c) rızası aranmamıştır," dediği an sadece bilmediği hususu bu bedevîye îzah
edip nasihat şeklinde söylemiştir. "Yazıklar olsun sana Ben adaletli
davranmassam kim davranabilir? Adaletle davranmadığın takdirde zarar görüp
hüsrana uğrarım." (269) Ashâb bedevîyi öldürmeye kalkıştıklarında, kendisi
onları menetmiştir. Resullullah (s.a.v) bir ikindi vaktinde şöyle bir hitabe
îrad etmişlerdir. "İnsanoğlunun tabiatı çeşit çeşittir. Biliniz ki bazıları
geç öfkesinden erken vaz geçer. Bazıları geç öfkelenir ve geç de vaz geçerler.
Bunların her iki durumu birbirine eşittir. Biliniz ki bazıları geç dönerler, ve
erken öfkelenirler. Haberiniz olsun ki en hayırlıları, geç öfkelenip erken vaz
geçenlerdir. En kötüleri de erken öfkelenip, geç vazgeçenlerdir. Biliniz ki
bazıları iyilikle borç alıp, borçlarını iyilikle öderler. Bazıları nezaketle
borç alıp, kötü bir şekilde öderler. Bazıları kötülükle borç altına girip, iyi
ödeme yaparlar. Bunların durumu birbirini karşılar. Bazıları hem kötü ister hem
de kötü öderler.
Haberiniz olsun ki en hayırlıları iyi isteyip, iyi ödeyenler
olup, en kötüleri de, kötü isteyip kötü ödeyenleridir .Haberiniz olsun ki öfke,
insanoğlunun kalbinde bir kor parçasıdır. Siz, öfkelenen kişinin bu esnada
gözlerinin alevlendiğini ve damarlarının kabardığını görmüyor musunuz? Kim böyle
duruma düşerse (yerinden kımıldamasın) yere yapışsın." (270)
Kim öfkenin peşine düşerse iradesinin dışında hareket edeceği
için bütün işleri ifsâd edip düzeltemez hadisi şerif, insan sınıflarını ve
fazilletteki seviyelerini bizlere beyan etti. Öfkeli biri çoğu kez ahmakvari
hareketlerde bulunur. Bazen açılmadığı için kapıya söver, zorlandığı için
elindeki aleti parpalar. Ürken hayvana lanet okur.
Asrı saadette rüzgar birinin elbisesini oynatınca ona lanet
getirir. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.v):''Rüzgara lanet getirme. Çünkü o
bu işe musahhar ve tâyin edilmiştir.Birisi müstahak olmayan birşeye lanet ederse
laneti kendine döner."(271)
Öfkelenmenin kötülükleri çok vahim, neticeleri de bundan da
vahim. Bunun ipin hiddet anında nefse hâkim olmak büyük ve şerefli bir
haslettir. İbni Mes'ud Resulullah'in şöyle dediğini nakleder: "Siz aranızda
kimi güreş pehlivanı ilan edersiniz?" "Hiç kimsenin sırtını yere getiremediği
kimseyi "dediler. Resulullah (s,a.v):"Esas pehlivan hiddet anında nefsine hâkim
olan kişidir," dedi. (272) Biri Resulullah'a (s.a.v) Bana unutmamam için
kısa bir tavsiyede bulun," dedi. Resul-i Ekrem (s.a.v):"Öfkelenme" buyurdu.
(273) Bu kısa ve seçkin ifade, yöneltilen suale verilecek en güzel cevaptır.
Resul-i Ekrem (s.a.v) kendisine gelerek nasihat isteyenlere durum ve tabiatına
uygun şekilde nasihat ederdi, durumlarına göre kısa ya da uzun nasihat...
Resullullah (s.a.v)'ın yok etmeye çalıştığı câhiliyyet iki
çeşittir:
1) İlme karşı olan cehalet
2) Vakar ve sünnete karşı olan
cehalet,
1. Şıktaki cehaletin karanlığı
marifet ve irşat nurlarıyla yok edildi, ikincisinin yok edilmesi ise, fesat ve
hevanın yularını geri çekmekle mümkündür. (Câhiliyyet devrinin) İlk Araplar
fazla cehaletle iftihar ederlerdi. (Bir şair söyle der:) Dikkat edin kimse bize
karşı cehalette bulunduğunu iddia etmesin. Biz ona en büyük cehaleti gösteririz.
İslâm bu saçmalığı men edip cemiyeti fazilet, bu mümkün olmadıysa adalet
temelleri üzerine ikâme etti. Bu da ancak öfkelenme huyuna aklın hâkim
kılınmasıyla mümkündür.
Resul-i Ekrem'in (s.a.v), nasihatlarının çoğu bu hedefi
gerçekleştirmek meyanındaydı. Öyle ki saldırganlık ve tecavüz belirtileri İslâmî
cemaatten ayrılma olarak kabul ediyordu. "Müslümana sövmek fısk, onu öldürmekte
küfür alâmetidir." (274)
Abdullah bin Mes'ud şöyle der:" Müslümanlardan her iki
kişi arasında (manevî) bir perde vardır. Bunlardan bir arkadaşlarına ayrılığa
sebebiyet verecek bir kelimeyi konuşunca aralarındaki bu perde yırtılır." (275)
Önceden İslâmî bir kültürü olmayan bir bedevi Resulullah(s.a.v)
'e geldi. İsmi Cabir bin Selim idi.Kendisi anlatıyor. "Ben her söylediğimde
sözü neticelenen birini gördüm. Kim olduğunu sordum." Onlar: "Allah (c.c)'ın
Rasulüdür," dediler. Ona: "Sana selam olsun" dedim. O,:"Aleykesselam (Sana selam
olsun) ;deme. Çünkü o ölü selamıdır. Yalnız selamı başa almak suretiyle "Esselamüaleyke
de." Câbir bin Selim anlatıyor: Ona sen gerçekten Allah (c.c)'ın Resulü müsün?"
dedim. O,: "Sana zarar dokunduğunda onu çağırdığın takdirde kaldıracak, bir
kıtlık isabet ettiğinde nebat yeşertmek suretiyle bolluğa, hayvanını geri
çevirtecek olan Allah'ın Resulüyüm." buyurdu. Câbir bin Selim " Bana nasihat et"
dedim "Kimseye sövme "dedi. Bundan sonra hür , köle , koyun deve hiçbir şeye
sövmedim. Resulullah (s.a.v) şöyle devam etti. "İyilikten hiçbir şeyi hakir
görme. Mü'min kardeşinle konuştuğun vakit güler yüzlü ol, bu da senin için bir
iyilik sayılır. Birisi seni bildiği gibi kusurunla ayıplarsa sen onu bildiğin
kusurunla ayıplama,şüphesiz ki bunun vebali ona aittir." (276)
İnsanlardan bazısının öfkesi durmaz. Bunlar devamlı taşkınlık
ipinde asık suratlı bulunurlar. Konulduklarında sıtma hastalığına yakalanan
hasta gibi titreyip dururlar. Bağırıp çağırırlar. Ağızlarından köpük fışkırır,
lanet getirirler, ayıplarlar. Halbuki İslâm bu çirkin hareketlerin tümünden
berîdir.
Resulullah (s.a.v) "Mümin ayıplamaz, lanet getirmez .
Hayasız ve çirkin hareketlerde bulunmaz." (277)
Lanet getirmek kötü hasletlerdendir. Basit bir hadise için
başkasına lanet okuyanlar büyük tehlikelere maruzdurlar. Bilakis insana büyük
birşey isabet ederse de lanet getirmemesi lâzımdır. İnsanın îmanı nisbetinde
bağışlama ve vakarı artar. Kendisine hatalı davrananlara karşı helak edici
harekette bulunmaz ve öfkelenmez. Resulullah (s.a.v)'e müşriklere beddua ve
lanet getir denildiğinde, "Ben lanet edici değil rahmet edici olarak
gönderildim." (278) buyurdu. Kişinin kusurları affetme, öfkesini yenme ve
nefsine hâkim olabilme nisbetinde Allah (c.c)'ın indinde değeri olur.
Ebu Bekir (r.a) bir kölesine lanet getirirken Rasulullah onu
beğenmeyip şöyle demiştir. "Sâdık birine lânetçi olması yakışmaz."(279) Başka
bir rivayet şöyledir: "Lânetçi ve sıddık olmanız bir arada bulunmaz" Ebu Bekir
yaptığına keffaret olması için adı geçen kölesini âzad etmiş ve Resululah
(s.a.v)'a gelip bir daha böyle bir şey yapmayacağım arz etmiştir...
Çünkü lanet tehlikeli çirkin ve azgınca bir harekettir.
Hakkı yerine getirmekten ziyâde ortalıkta öfke hüküm sürer. Şahıslara böyle ağır
tarzda hakaret etmek uygun düşmez. Çünkü böyle bir cinayetin vebalinden kimse
kurtulamaz. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurur:"Bir şahıs herhangi birşeye
lânet ederse adı geçen lanet göğe yükselir. Fakat gök kapıları kendisine
açılmaz. Yere iner, yerde onu almaz, sağa - sola gitmek istese de hiçbir yer onu
kabul etmez hemen sahibine (söyleyene ) geri döner," (280) İslâm birbirine
düşman kişilerarasında ki basit sürtüşme ve kavgaları haram kılmıştır.
Nice sürtüşmeler vardır ki onlarla ırzlar çiğnenir, haram
kılınmış sövmelerle günahsız olana itham edilir. Tüm bunlara öfkelenme ve edep
dışı hareketlerden başka hiçbir şey sebebiyet vermemektedir.
Tüm bu sataşmaların vebali ilk od'u alevlendiren kişiye
aittir. Hadiste şöyle denilmiştir. "Karşılıklı şovenlerin günahı ille
başlayanadır. Ancak zulme uğrayan haddi aşarsa durum değişir. Ortak olurlar."
Böyle durumlardan kurtulmanın tek çaresi öfkeye vakarın hâkim olması, öç
almaya da affetmenin galebe çalmasıdır. Şüphesiz ki insan şahsına veya sevdiği
birine gelecek herhangi bir hakaretten dolayı üzülür. İntikam alma fırsatını
kaçırdı mı misilleme yapmaya çalışır. Gördüğü zarar nisbetinde hasmına zarar
vermeden rahat yüzü görmez.
Fakat burada Allah (c. c) katında daha makbul daha hoş ve
büyük insanlara daha yaraşır bir durum var, o da şudur. Kişinin öfkesini yenmesi
kısas yapmaktan elini çekmesi ve bu affını Allah (c..c)'a; ona intikam imkanını
bahşettiği halde intikam almadığına şükür kılmasıdır. İbni Abbas anlatıyor:
Üyeyne bin Hısn gelince kardeşi oğlu Hürr bir Kays'a gitti ki, bu Ömer (r.a)'in
müşavere ettiği zatlardandır.Genç, ihtiyar tüm Kur'an âlimleri Ömer (r.a)'in
danışma meclisine üye idiler. Üyeyne: " Ey kardeşimin oğlu! Bana
Ömer(r.a)'den müsaade iste," O da müsaade alınca Ömer (r.a)'in yanına gitti. Ve
"Ey Hattabın oğlu! Allah (c.c)'a yemin ederim ki sen ne bize gereken şekilde bol
ihsanda bulunuyorsun, ne aramızda adaletle hükmediyorsun," dedi. Ömer (r.a) onu
bozmaya kalkışacak kadar hiddetlendi. Hürr: "Ey mü'minlerin emiri! Allah (c.c)
Peygamberine (s.a.v) şöyle buyurmuştur "(Habibim) sen kolaylığı tut, iyiliği
emret, câhillerden yüz çevir." (281)
Allah'a yemin ederim ki Ömer (r.a) ayet okununca hemen durdu.
Çünkü Ömer (r.a) Kur'ana tam teslim olanlardandır. Bir bedevînin yanma yersiz
girip ona sataşması, nasihat kasdı ve bir hak talep etme isteği olmadığı halde
üzerine gelmesi onu öfkelendirmiştir. Bedevî sultanın makamına girip, herhangi
bir sebep olmaksızın ve karşılıksız olarak ondan mal istemişti. Ömer (r.a) onun
avam tabakasından, kültürsüz biri olduğunu anlayınca ondan vazgeçip serbest
bıraktı. Hadis'i şerif şöyledir:"Kim gerçekleştirmeye muktedir olduğu halde
öfkesini yenerse Allah (c.c) onu kıyamet gününde herkesin hazır bulunduğu bir
anda hurilerden dilediğini almak hususunda serbest bırakacaktır."
Ubade Bin Samit, Resul-i Ekrem'in şöyle dediğini rivayet
eder:"Size beldeleri şerefli kılan, dereceleri yükselten amellerden haber
vereyim mi?" Ashâb "Evet," dediler. O, (s.a.v):"Sana karşı cehalette
davrananlara vakarla, zilim edenlere af ile karşılık verip, sana ihsanda
bulunmayana ihsanla, ziyaretine gelmeyene de gitmekle karşılık vereceksin...
buyurdu."(282) Kuran'ı Kerîm bu nâzik hareketleri sahibini cennete götürecek
sebepler olarak beyan etmiştir. "Rabbinizin mağfiretine , eni göklerle yer
kadar olan cennete koşun. O cennet takva sahipleri için hazırlanmıştır. (Onlar)
bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini tutanlar, insanların
kusurlarını bağışlayanlardır... Allah (c.c) ihsanda bulunanları sever."(283)
Eşine rastlanmayan bağışlama hadislerinden biride.ResuriEkrem'in
(s.a.v) münafıkların reisi Abdullah bin Übey'i affetmesidir. Adı geçen münafık
mülümanlar'a her oyunu tertipleyen, azılı bir islam düşmanıydı. O şeytanla el
ele verip Müslümanlara karşı komplolar düzenler, eline geçen her kötü fırsatı
değerlendirirdi. Mü'minlerin annesi Aişe (r.a) hakkında ifk hadisesini
tertipleyip, münafıkların vasıtasıyla etrafa yayan ve islâm Devletinin temelini
bu şen'i yalanlarla sallamaya çalışan yine bu münafiktı.Eskiden beri Doğu
nazarında kadın namusunun kudsiyeti büyüktür. Kadının akraba ve ailesinin tüm
şerefi kendi şerefine bağlıdır. Bunun için ifk hadisesinin verdiği elem, Resul'i
Ekrem ve onun ashabını gönülden vurmuştu. Bu hayasızca iftiranın acı yankılan
kalplerini keder ve hüzünle dolduruyordu: Bu hüzün adı geçen durumu açıklayan
ayetlerin nüzulüne kadar devam etti.
Evet bu husustaki ayetler nazil olup Aişe'nin beraat ve
nezafetini ilan etti. Münafıkların da yalan ve iftiraların açığa vurup onları
rüsvay etti. "Aişe (r.anha) hakkında o iftira haberini getirenler içinizde
(münafık olan) bir zümredir. O, iftirayı Allah (c.c) katında sizin için bir
kötülük sanmayın. Bilakis o, (sevap bakımından âhirette) hakkınızda bir
hayırdır. (Bu hitap iftira hadisesinde üzülen mü'minleredir.) O iftiracılardan
her kişiye kazandığı günah kadar ceza vardır. Onlardan günahın büyüğünü yüklenen
(Abdullah b. Ubey) için büyük bir azab vardır." (284)
Bu iftirada seçkin ve büyük rol oynayanlara had uygulandı.
Fakat çıban başı (olan münhafik Abdullah b. Ubey) müslümanlara tekrar elinden
geldiği zarar ve hileleri tertiplemek için kurtulabildi!.. Allah (c.c.),
Peygamber ve ordusunu muzaffer kıldı. İslâm dini de asırları geride bırakacak
şekilde ilerledi. Düşmanlar içte saklamakla yetindiler? Evet hezimet onları her
taraftan ihata etti. Abdullah b. Ubey sararıp soldu. En sonunda da nifağını
etrafa yaydıktan sonra hastalanıp öldü...
Abdullah'ın oğlu, Resulullah'a (s.a.v.) gelip babasının
affını talep etti. Resulullah onu affetti. Daha sonra kendi elbisesi içerisinde
gömmesini talep etti. Resulullah (s.a.v.) onu da yaptı. Sonra ona dua edip
üzerine namaz kılınmasını talep etti. İnce yürekli bağışlamasını seven Resul-i
Ekrem bu isteğini de reddetmedi. Hatta dün ırzına iftiralar atan bu naşın önünde
durup afını taleb etti. Fakat ilahî yüce adalet bunları reddetti. Ve şu âyet
nazil oldu: "Ey resulüm O münafıklar için ister mağfiret dile veya mağfiret
dileme onlar için 70 defa mağfiret dilesen de yine Allah onları asla
bağışlayacak değil. Bu mağfiretten mahrum edilişleri şundandır. Çünkü onlar
Allah'ı ve Resulünü tanımadılar. İnkâr ettiler. Allah ise öyle fâsıklar
topluluğuna hidayet etmez."(285) İfk hadisesiyle ilgili olarak şu hususu da
belirtelim. Ebu Bekir (r.a.) bir akrabası ondan yardım aldığı halde kızına
iftira atmaktan geri kalmamıştı. O, bu iftira ile hem İslam, hem akrabalık, hem
de iyilikleri unutmuş oluyordu. Ebu Bekir (r.a.)'i onun yardımından alan ve
sıla-ı rahm etmemeye yemin ettiren husus ta buydu: "Bir de içinizde fazilet
ve servet sahibi olanlar akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere
vermemek üzere yemin etmesinler. Kusurlarını bağışlasınlar. Aldırmasınlar,
Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah
gafurdur, rahimdir (286)
Ebu Bekir (r.a.) önce yapmakta olduğu iyilikleri tekrar
yaparak "Ben Allah'ın beni affetmesini istiyorum" dedi.
_________________
(268) Ahmed b. Hanbel
(269) Ahmed b. Hanbe]
(270) Tirmizi
(271) Tirmizi
(272) Tirmizi
(273) Müslim
(274) Buhari
(275) Beyhaki
(276) Ebû Davud
(277) Tirmizi
(278) Müslim
(279) Hâkim
(280) Ebû Davud
(281) A'raf, 199
(282) Tebarâni
(283) Al-i İmran, 133-134
(284) Nûr, 11
(285) Tevbe, 80
(286) Nur, 22
Prof. Muhammed Gazali