Haya
Hayâ,
insanın mahiyetini gösteren gerçek bir alamettir. O, insanın iman kıymetini ve
edeb miktarını belirler. İnsanı, yapılması uygun olmayan şeyler de zorlanır bir
durumda veya kendisine layık olmayan şeyleri işlerken yüzünün kızardığının
farkına varırsan bil ki o diri vicdanlı, temiz ma'denli, zeki unsurlu birisidir.
Bir de birinin utanmaz, şuursuz alıp verdiğini umursamayan
bir vaziyette görürsen bil'ki o da kendisini günah ve kötülükten alıkoyacak
hayadan mahrum ve hayasız biridir.
İslâm müslümanlara hayayı emretmiş ve onu İslam'ın en bariz
ve onu diğer dinlerden ayıran en büyük faziletlerden kabul etmiştir. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurur: "Her dinin (kendine mahsus) bir ahlâkı vardır,
islam'ın ahlâkı da hayâdır."(4I6)
Musa (a.s.) dönemindeki yahudilerde cengâverlik, İsa (a.s.)
dönemindeki hristiyanlarda da haya ile tebarüz eder. Bütün dinler her fazileti
emredip mensuplarını ondan mes'ul tutar. Kerem sahibi Peygamber (s.a.v.)
müslümanda kendini hayra götürecek, serden de koruyacak bir hassasiyetin
oluşmasını murad etmiştir, müslüman bunun sayesinde hayır arzusu ve korkusu
olmazsa bile hayrı kaybetme hayası ve kötülüğe bulaşma korkusundan dolayı en
güzeli taleb edip kötülükten sakınır. İbnu Kayyum şöyle der: "Kabul et ki
peygamberler bize dirilmekten haber vermemişler. Cehennem ateşi de yok
ortada.Kulların kendilerine nimetler bahşedenden haya etmeleri gerekmez mi?"
Allah'ın Rasulü (s.a.v.) insanların en ince duygulusu, en güzel siretlisi,
görevine en bağlananı ve haramdan en çok nefret edeniydi. Ebu Musa el Hudri'den
rivayet edilmiştir: "Allah'ın Resulü (s.a.v.) perde arkasındaki bakire'den daha
fazla hayâ sahibi idi. O, bir şeyden hoşlanmasaydı onu hemen yüzünden
anlardık."'(417)
Şüphesiz ki îman, insanla Rabbi arasında yüce bir bağdır. Bu
bağın ilk belirtileri, nefis tezkiyesi, ahlâk düzeltmesi ve hareket
terbiyesidir. Kişide, kendisini kötülükten alıkoyan devamlı hatalardan koruyan
sağlam bir şuur meydana gelmeden bu hasletler hasıl olmaz. Utanmadan kişiyi
hakir duruma düşüren hasletleri işlemek, üzülmeden de küçük günahları işlemek,
ilkin hayanın sonra da imanın yokluğunu gösterir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurur:
"Haya ile iman birbirini tamamlar, biri gidince diğeri de
gider"(4l8)
Bunun sebebi şudur: insan hayasından olunca, kötü durumdan daha kötü bir duruma,
bir rezaletten daha büyük rezalete düşer. Bu düşüş, sahibi cehennemi
boylayıncaya kadar yoluna devam eder. Hayadan olmayla başlayıp en kötü suçlarla
neticelenen bu düşüşün merhalelerini gösteren bir hadisi şerif rivayet
edilmiştir. Şöyle ki:
"Allah (c.c.) bir kulunu helak etmek isterse ondan
hayasını alır. Hayası alındığında onu hep uğursuz bulursun. Onu hep böyle
bulduğunda emanet duygusunu da yitirir. Yitirince onu hep hâin olarak görürsün.
Onu bu halde görünce merhamet duygusunu da kaybeder. O bu hale düşünce onu terk
edilmiş ve kovulmuş bir halde bulursun. En son onu böyle bir halde görürsün ki
İslam halkası artık boynundan alınmıştır."(419) Bu hassas tertip, insanın
nefsi hastalıklara düşme ve onun içindeki merhalelerini ve kötü bir merhaleden
daha kötü olan diğer bir merhaleye nasıl vardığını vasfeder.
İnsan, hayâ perdesini yırtınca yaptığının hesabından korkmaz.
Kimsenin kınamasından çekinmez, insanlara kötülük için elini uzatır ve
menfaatine dokunan herkese saldırır. Böyle birine hiç kimse acımaz. Bilakis
kalpler ona karşı kin beslemekle taşar. Allah ve insanlara karşı herşeyi
yapmaktan çekinmeyen birinden ne hayır beklersin. İnsan bu duruma düşünce hiç
bir hususta kendisine güvenilmez. Zaten insanların malını yemekten utanmayan,
ırzlarını çiğnemekten, verdiği sözü tutmayan, vazifeyi ifa etmenin şuurunda
olmayan, eşyada hiyanet etmekten ar duymayan birisine tüm bunlar nasıl emanet
edilebilir?
İnsan, haya ve emanet duygularını yitirdi mi; bozguncu önüne
geleni çiğneyen, arzuları için en temiz duygulara basan bir vahşi olur. O,
fakirin-fukaranın malını acımasızca talan eder. Musibetzade ve mustazâfların
gözyaşlarından yüreği sızlamaz. Musibet karşısında gözünü kırpar kendini
azdıracak ve kendine fayda verecek şeylerden başkasına önem vermez. İşte insan
bu bataklığa düşünce din bağı ve İslam halkasından sıyrılmış olur.
Haya etmenin en güzel olduğu birçok yer vardır. Müslüman,
konuşunca ağzını kötülüklerden, dilini çirkinliklerden, insanları ayıplamaktan
vazgeçmelidir. Kötü sözlerin doğuracağı neticeleri umursamadan ağzına gelen
herşeyi söylemek su-î edeptendir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Haya imandandır. İman ise sahibiyle cennettedir. Arsızlık da
kabalıktan sayılır. Kabalık ise sahibiyle ateştedir.''(420)
Konuşmanın adabından biri de meclislerde mu'tedil
davranmaktır. Bazı insanlar toplantı yerlerinde konuşmanın tamamını kendilerine
tahsis etmekten çekinmezler, cemaattekileri de usandırırlar. İslam böyle
insanlardan da memnun değildir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Sadece insanların övgülerini kazanmak gayesiyle edebiyat
öğrenen kişilerin kıyamet gününde farz ve sünnetlerini Allah (c.c.) kabul
etmez."(421)
"Allah (c.c.) davarın geviş getirdiği gibi kelimeleri
ağzında çiğnemek suretiyle edebiyat yapmaya çalışanları sevmez." (422)
Allah'ın (c.c.) onları sevmeme sebebi, bunların konuştuğu
şeylerin ilavelerden, hallerinin de gösterişten hali bulunmayışındandır.
Meclislere katılıp intikam almaya çalışmaları fitrî bazı sebeplerden dolayı
olabilir. Yapmak istedikleri takdirde bu duruma düşmemenin tek çıkar yolu hayâ
göstermeleridir. Onun için bazı eserlerde şöyle denilmiştir: Dilsiz olmak böyle
konuşmaktan yeğdir. Çünkü biri dilin kusuru, diğeri de kalbin kusurudur.
Hayanın bir çeşidi de kişinin kendisinden bir kötülüğün sadır
olmasından utanması, kulağını, kötülükten arındırıp uzak bulundurmasıdır. Gıybet
,ancak durumu mezkur olanlar hakkında haram olur. Kim durumunu izhar edip
kötülüğünü ifşa ederse insanların buna yapacakları, onun kendi nefsine yapacağı
kadar değildir. Bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.v.) günah bataklığına düşmüş
olanların gözlerden kaybolmalarım emretmiştir.. Bazen Resulullah mescitte
hanımıyla konuşurken gelip geçenleri şüpheye düşmemeleri için durdurmuş ve
konuştuğunun kendi hanımı olduğunu beyan etmiştir. Riyakâr biri ile,
yaptıklarından insanları korumaya çalışan biri arasında ki fark açıktır.
Müslümanın yaptığı hareketlerden dolayı insanlardan çekinmesi iyilikleri izhâr
ve kötüleri saklamadan ibaret olan nifak demek değildir. Hayır... Bilakis bundan
maksat kötülükleri ifşa etmemek ve onları apaçık gözler önünde işlemekten haya
etmektir. Yaptığı kötülüğün açığa çıkmasından dolayı haya duyan biride hayır
eserleri var demektir. Yaptığı iyiliklerin açığa çıkmasını isteyen birinde de
kötülük eserleri var demektir.
Aslında bir şahıs, insanlardan utandığı gibi kendinden de
utanmalıdır. Yapığı bir kötülüğü hiç kimsenin görmesini istemediği gibi kendi
kendisinin de görmesini istememelidir. Fakat nefsini kendisinden hiç utanılmaz
kadar düşük ve hakir görüyorsa, durum değişir... Eskiler şöyle demişlerdir: "Kim
açıkta yapmaktan korktuğu birşeyi yalnız başına kalınca yaparsa, gözünde
şahsının hiç bir kıymeti yok demektir. Onun için müslüman, gizli-açık her yerde
tüm kötülüklerden sakınmakla görevlidir. Bir başka eserde de şöyle denilmiştir:
"Kendin duymak istediğin şeyi yap, duymak istemediğin şeyi de terket".
Hayâ, hayrın direği, karıştığı her iyiliğin de temel
unsurudur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Hayâsızlık bir şeyde oldu mu onu rencide eder. Haya ise
bir işe girdi mi onu tezyin eder. "(423)
Hayayı şekillendirmek mümkün olsaydı o, iyilik, ve güzellik
şeklim alırdı. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Hayâ bir adam biçiminde olsaydı, gerçekten iyi bir adam
olurdu. Arsızlık da bir adam biçiminde olsaydı şüphesiz ki kötü bir adam olurdu"
(Taberâni).
Bir insanın, diğer insanların Allah (c.c.) katındaki makam ve
mevkilerine göre kıymet ve değer biçmesi de hayâ örneklerindendir. Küçüğün
büyüğe, öğrencinin öğretmene karşı edepli ve onlara öncelik tanıma hakkı vardır.
Onların yanında sesini kaldırmaz, yürürken önlerine geçmez. Hadiste şöyle
buyrulmuştur:
"Öğretmeninize karşı mütevazı olunuz."(424)
Diğer bir hadiste şöyledir:
"Allah'ım (c.c.) beni alime ittiba edilmeyen ve ağır başlı
insandan da haya duyulmayan bir zamana yetiştirme."(425)
Abdullah bin Yûsr çoktan beri şu hadisi duyduğunu nakleder:
"Bir toplumdaki insanların hallerini şöyle bir kontrolden
sonra içlerinde Allah (c.c.) için kendisine hürmet duyulan birini görmezsen bil
ki kıyamet yaklaşmıştır."
Hayâ asla korkaklık değildir. Bazen haya sahibi bir insan
kanının dökülmesini, yüz suyunun dökülmesine tercih eder. İşte bu en alasıyla
kahramanlık demektir. Hayada bir miktar korkunun olması mümkündür. Bu, faziletli
ve kâmil bir insanın basit durumlar karşısında değerinin düşmemesi için
sakınması demektir. Böyle bir sakınma da yerine göre cesaretin ta kendisidir.
Eskiden yahudiler mukaddes beldelerdeki zalimlerle savaşmaktan kaçınca:
"(Peygamberlerine muhalefetten) korkmakta olan kimselerden
Allah'ın kendilerine ihsan ettiği iki er onların üzerine (şehrin) kapısından
girin bir (kere) ona girdiniz mi, hiç şüphesiz ki siz galipsiniz. Artık Allah'a
güvenip dayanın (gerçekten) iman etmiş kimselerseniz, dedi. "(426)
Allah'tan (c.c.) korkan, hayâsızlıktan çekinen ve firar
etmekten haya duyanlar savaş anında düşmana hücum edecek ve zaferi
gerçekleştirecek olan erlerdir. Şüphesiz ki kâmil bir hayâ için tam bir uygun
bir fıtrat gerek. Aynı durum için bazı insanları haya eder görürken, bazılarını
da utanmaz bulursun. Utanma hissi hayanın en bariz unsurudur. Utanma hem hayır
hem de serde kendini gösterdiği için bazen sahibini kötülük bataklığına
düşürdüğünü görürsün. Hayâ ise sadece meşru hudutlar içinde olmaktadır. Batıla
göz yuman hayâ sahibi olamaz. Çünkü batılın karşısında susmak olmaz. İnsanlar
dalalete düşerken hayatın onlarla alakası kesilmiş demektir. Hayâ (sahibi)
hakk'a karşı cephe açmış olanlarla düşüp kalkmaz.
İslâm, putları zelil düşürüp, bir sineği yaratamayıp
kendilerini bile bu sinekten koruyamadıkları için za'aflarmı ortaya koyunca
müşrikler İslam'ı ayıplamaya kalkışmışlar ve "putlarımıza karşı düzenlenen bu
hücumlar hayâsızlıktır." demişlerdir. O zaman şu ayetler nazil oldu:
"Hakikat bir sivrisinek olsun, daha üstündeki (büyüğü) olsun.
Herhangi bir şeyi Allah misal getirmekten çekinmez. Artık iman edenler onun
Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirken kafirler ise: "Allah bu misal ile
ne murad etmiştir" derler."(427)
Putların acz ve za'flarım bu şekilde ortaya koymak haktır.
"Allah hakkı söylemekten çekinmez."(428)
Müslüman, hakkı hakim kılma yolunda hiçbir insan ve engelden
korkmaz.
Hayanın en güzeli Allah'a (c.c.) karşı yapılır. Bizler onun rızkından yer,
havasını teneffüs eder, toprağında gezer, göğünün altında barınırız. Küçük bir
iyiliğe karşı nankörlük etmek insanı üzerken, beşikten mezara nimetleri içinde
yüzdüğümüz, sonra da bizleri ebedi bir hayata kavuşturacak olan Allah'a (c.c.)
karşı nankör davranmaktan nasıl ürpermeyelim?
Allah'ın (c.c.) kullan üzerindeki hakkı büyüktür. Onlar
gerçekten Allah'a (c.c.) olan haklarını gereği gibi ifa etselerdi onun yolunda
hayır işler, kötülüklerden uzaklaşır, iyiliğe kötülükle karşılık vermekten
utanırlardı. İbni Mes'ud Resulullah'ın (s.a..v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Allah'tan (c.c.) hakkıyla hayâ edin. Ashab: Ey Allah'ın
Resulü, hamd olsun bizler Allah'tan (c.c.) hayâ ediyoruz. -Hayır sizin
düşündüğünüz gibi değildir. Gerçek haya: Başını ve düşünceni muhafaza etmen,
mide ve yiyeceklerini kontrol altına alıp ölüm ve toprakta çürümeyi
hatırlamandır. Kim âhiret alemini isterse dünyanın faydasız zinetlerini terkedip
ahireti dünyaya tercih eder. İşte kim bunları yaparsa gerçekten Allah'tan (c.c.)
haya etmiştir."(429)
Bazılarına göre İbni Mes'ud'a ait bu nasihat, islâm'ın birçok
edep ve fazilet esaslarına şâmildir.
Müslümana dilini batıla dalmaktan ve konuşmaktan, gözünü
avret yerlerine ve şehvetle bakmaktan, kulağını sırlan dinlemek veya ayıplan
ortaya çıkarmaktan muhafaza etmek vecibedir. O, midesini haramdan koruyup az
fakat helal olana alıştırmalı, vakitlerini Allah'ın (c.c.) rızasında harcamalı,
elinde olan hayırları değerlendirebilmeli, hayatın hileli ve dünyanın aldatıcı
metaı onu kaydırmamalıdır. Müslüman bunları, Allah'm (c.c.) kendisini
gözetlediği şuuru ve Allah'a (c.c.) karşı bir günah işlemekten günah duyar bir
halde yaparsa hakkıyla Allah'tan (c.c.) hayâ etmiş sayılır.
İşte bu manası ile hayâ, dinin tamamıdır. Bunlardan bazısını
işlerse imanın bir cüz'ünün gereğini ifa etmiş sayılır. Resulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuş:
"îman yetmiş küsur şubedir. Bunların en faziletlisi "Allah'tan
başka ilah yoktur" cümlesi, sevapça en düşüğü ise eza verici şeyleri yoldan
kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir. "(430)
İnsan hürmet gösterip hoşnutluklarını istediği şahıslar
karşısında kendini kontrol altına alır. Konuşma ve hareketlerine dikkat eder.
Dinin esaslarım bilen bir müslüman her zaman için Allah'ın (c.c.) kontrolünde
olduğunu anlar. Çünkü o, gece gündüz onun huzurunda bulunmaktadır.
Onun için mü'minin Allah (c.c.) huzurundaki hürmeti daha çok,
emirlerine karşı edebi de daha güçlü olmalıdır. Bunlar şu rivayetin manası
sayılır:
"Toplumdaki bir makam sahibinden haya ettiğin gibi Allah'tan
(c.c.) haya et".
İnsanın titremesi, bazı durumlar karşısında da yüzünün
kızarması, yüce bir meziyet ve şerefli yaradılışa işarettir... "Hayanın tamamı
hayırdır"...
Bir de yeşil çubuk üzerinden kamışın kalkması gibi, insanın
yüzündeki hayâ boyası kalkarsa böyle birinden artık faziletlerin sonu gelmiş ve
geri kalan cüssesi de cehenneme odun olmuş demektir. Böyleleri için de şöyle
denilmiştir: "... Utanmadığın takdirde dilediğini yap".
______________
(416) Mâlik
(417) Müslim
(418) Hakim
(419) 1. Mace
(420)Ahmedb. Hanbel
(421) Ebu Davud
(422) Tirmizi
(423) Tirmizi
(424) Tebarâni
(425) Ahmed b. Hanbel
(426) Mâide, 23
(427) Bakara, 26
(428) Ahzâb, 33
(429) Tirmizi
(430) Buhari
Prof. Muhammed Gazali