Kardeşlik
İnsanları dağınık ve birbirine karşı merhametsiz yaşamaya zorlayacak herhangi
makul bir sebep yoktur. Bilakis doğru mantık kaideleri ve sağlam bir duygu,
insanları birbirine bağlamış, kenetlemiş, muhabbet içerisinde ve dünyaya sulhu
yaymış bir vaziyette yaşamalarını gerekli kılar.
Allah (c.c.) tüm insanlığın neseb ve cinslerini bir anne ve
babaya bağlamış ki bu bağ sayesinde, biri diğeriyle perpinleşip sağlamlaşan
rabıta halkaları meydana gelsin.
"Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Hem
de sizi soylara ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız. Biliniz ki
Allah katında en iyiniz takvası en ziyade olanınızdır. Şüphesiz ki Allah herşeyi
bilen ve herşeyden haberdardır."(431)
Nefret etme değil, tanışma insanlık arası bağların esasıdır.
Bazen de tanışmayı engelleyen sebepler meydana gelip hayatın normal akışını
engeller. İnsanların yaşama mücadelesinde çeşitli meslekleri ile hakk'ı anlayış,
kabiliyet ve hayrın sınırlarını belirleme ihtilafları, insanlar arasındaki
çekişmeyi doğurur. Ancak bu kötü durumlar, insanlığın yaradılış gayesinde saklı
bulunan hikmetlerin unutulmasına ve hayırsız çalışmalarla yeryüzünün tahribine
sebebiyet vermemelidir.
İnsanlığın tanışıp aralarındaki engelleri kaldırmaya
yarayacak tüm bağlan pekiştirmek, yoldaki tüm fırsatlardan yararlanmak lazım.
İslam, sadece az veya çok olan bir toplumu birleştirmekten ibaret değildir. O,
insanların birbirleri ve Rableri arasındaki rabıtaları sağlayacak tüm bağlar
demektir. Bundan dolayıdır ki, müslümanlar ve İslam davetçileri, Allah'ın (c.c.)
kalblerini kendisiyle nurlandırdığı, mes'elelerini topladığı akidenin azametini
bilip kendilerine yakışır biçimde onun etrafında tanışıp toplanmalıdırlar. Bu
tanışma, insanlar arasında çözülen yakınlığı tekrar bağlayıp, Hz. Adem'e (a.s.)
kadar varan aynı babadan gelme ruhunu ki islam'da toplanan tüm semavi dinlerin
esaslarından meydana gelmiştir. İşte böylelikle gerçek din, sağlam temelli
kardeşliğin esası olacaktır.
Bu kardeşlik, aynı dine mensub şarklı ve garplı insanları
toplayacak, yer ve zaman ayrılığına rağmen sağlam temele dayalı ve hiçbir menfi
te'sir görmeyecek bir birlik meydana getirecektir. İşte bu kardeşlik, canlı bir
imanın ruhu.mü'minin mü'min kardeşine beslediği ince duyguların özüdür... Mü'min
bu iman ile mü'minlerle birlikte ve onlar için yaşar. Öyle ki onlar aynı ağacın
dallan ve birçok gövdeye yayılan bir ruh timsali olacaklardır...
Aşırı bir hodbinlik insan için bir âfet, faziletleri için bir
musibettir. Bu âfet, bir insana musallat olduğunda, hayırları azalır.
Kötülükleri de alabildiğine artar, kendi menfaatından başka bir şey düşünmeyecek
kadar dar bir duruma düşer. Sevinç ve üzülmede kendi menfaat veya zararı
nisbetinde payı olur. O dünya nimetleri ve yığınlarca insana kendi menfeatince
arzularını gerçekleştirdiği ve zararlarını bertaraf ettiği müddetçe tanır.
İslam, böyle gaddar bir hodbinlikle, kendi adilane kardeşliği
vasıtasıyla savaşmış, hayatın sadece insanın kendisine ait olmadığı ve sadece
kendisi ile düzelmeyeceğini de bildirmiştir. O, kendisi gibi diğer insanların
varlığını da kabul etmeli, onlar üzerinde kendi hakkının bulunduğunu iddia
ettiği gibi onların da kendi üzerinde haklarının bulunduğunu kabul etmelidir...
İşte böyle bir şuur, insandan basit hodbinliği atar. Kendini düşündüğü gibi
başkalarını da düşünür. O, ne fazlalık taleb eder, ne de sadece kendi görüşünü
beğenme hastalığına düşer.
Müslüman kardeşinin senin üzerindeki haklarından biri de
karşılaştığı zararlara üzülüp gidermeye çalışmandır. Ona bir eziyet dokunursa,
şayet şefkat duyguların ölmemişse, nemelazım durumuna düşmediysen elem ve
üzüntülerini paylaşırsın. Şayet şefkatsiz biri durumunda ise bu durum seni
ilgilendirmez. Çünkü sana göre bu seninle alakası olmayan bir durumdur. Aslında
bu alçakça bir harekettir. Böyle birinin üzüntüleriyle elemlendiren kardeşlik
duygulan ölmüştür. Böyle bir durumu Resulullah'ı (s.a.v.) şu hadisleri tasvir
eder:
"Müslümanların, muhabbetteki durumları tek bir cesed
gibidir. Vücudda bir organ rahatsız olursa, vücudun diğer bütün organları da
uykusuzluk ve kederle elemlenir."(432)
Gerçek bir elemlenme, seni kardeşlerinin sıkıntılarını
gidermeye sevkettiren elemdir. Bu sıkıntıları gidermeden, karanlığını
bastırmadan sana rahat gelmez. Sen bu durumda başarıya ulaşırsan vicdanın da,
yüzün de parlar. Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona ne zulmeder ne de
zulme teslim eder. Kim müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah'da (c.c.)
onun ihtiyaçlarını giderir. Kim kardeşinin bir sıkıntısını giderirse Allah'da
(c.c.) kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın
kusurunu örterse, Allah'da (c.c.) kıyamet gününde onun kusurunu örter. "(433)
Gerçek bir kardeşliğin belirtilerinden biri de sana gelen
faydaya sevindiğin gibi, kardeşine de faydanın gitmesini arzulaman ve
sevinmendir. Bunu gerçekleştirmeye çalışırsan Allah'a (c.c.) en makul bir ibadet
ve büyük sevabla yaklaşmış olursun.
İbn Abbas'tan rivayet edildi ki: "Kendisi Mescid-i Nebi'de i'tikafta
bulunuyorken ona bir adam gelip selam verdi ve oturdu. İbn Abbas: "Ey falan!
Seni üzüntülü olarak görüyorum, dedi. Evet doğrudur. Ey peygamberin amcası
oğlu... Falanın bende hakkı var, fakat bu kabir sahibinin hakkı için onu yerine
getiremiyorum, dedi. İbn Abbas: istediğin takdirde bu mes'elende konuşabilirim.
- Uygun bulduğun takdirde konuş. Adam diyor ki :İbn Abbas ayakkabılarını giyip
mescidden çıktı. -Sen i'tikafta olduğunu unuttun mu? - Hayır (gözyaşları içinde)
fakat durum şöyledir, kısa bir zamandır, aramızdan giden şu kabrin sahibinden
şöyle duymuşumdur:
"Kim, bir kardeşinin ihtiyacını gidermeye çalışır onda
muvaffak olursa onun için on yıllık itikaftan daha hayırlıdır. Kim de Allah için
bir gün itikafa girerse Allah onunla cehennem arasında her biri doğu ile batı
arasındaki mesafeden daha geniş üç hendek kor."(434) Diğer bir rivayetde de
"Her bir hendek doğu ile batı arasındaki mesafeden daha geniştir," denilmiştir.
Bu hadis bize, İslam'ın kardeşliğin güzel bağlarını nasıl
takviye ettiğini ve cemiyetin bünyesindeki temelleri sağlamlaştırmak için muhtaç
olduğu hizmetler ne kadar takdir ettiğini gösterir.
İbn Abbas, vakti; zikir, oruç ve namazla geçirmek sayılan ve
Allah (c.c.) indinde yüce bir kıymeti olan i'tikaf ı bir rekatı diğer mescidlere
göre bin rek'at sayılan bir mescitte, (bir müslümanın ihtiyacı için) terketmeyi
tercih etmiştir.
İşte İbn Abbas'ın fıkıh ilmi, yardım isteyen bir müslümanın
yardımı için böyle bir ibadeti terketmesini gerekli kılmıştır. İşte îbn Abbasın
Reslullah'dan (s.a.v.) almış olduğu ilim budur.
Dünya meşguliyetler; ve büyük yorgunlukları, yağmurun kurak
ve nemli yere indiği gibi insanlara yağar. İnsan böyle şiddetli durumlara karşı
uzun zaman yalnız başına durmaktan acizdir. O, ihvânlarıyla olduğu durumdan çok
kısa bir zamanda yapacağı hususu, yalnız başına iken çok cehd sarfederek
yapabilir. Şöyle denilmiş: "Kişi yalnız başına az, ihvânlarıyla ise çok
sayılır". Kardeşliğin bir hakkı da, müslümanın bolluk ve darlıktan ihvanlarını
kendine dayanarak bilmesi ve gücünün tek başına bir işe yaramıyacağının şuuruna
varmasıdır. Onun kuvveti mü'minlerin kuvvetiyle destek bulup güçleşir...
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Mümin, mümin için birbirini pekiştiren duvar gibidir."
(435)
Onun içindir ki halisane bir kardeşlik büyük bir nimettir.
Bu nimet sadece maddi bir tanışma olmayıp aynı zamanda maddi
bir yardımlaşmadır da. Allah (c.c.) bu nimeti aynı ayette iki defa zikretmiştir.
"Hani siz (birbirinizin) düşmanları idiniz de O
kalblerinizi ısındırıp birleştirmişti. İşte O'nun bu nimeti sayesinde din
kardeşleri olmuştunuz."(436)
İslâm kardeşliği, kör asabiyet yardımlaşmasını değil, hakiki
yardımlaşmayı müslümanlar arasında farz kılmıştır. Hakk'ı ikame ve batılı yok
etme, mütecavizi azarlama ve mazlumun hakkını kurtarma kardeşliğidir. Onun için
cephede müslümanı tek başına bırakmak caiz olmaz, bilakis bilmediği zaman onu
irşad etmek, tecavüze uğradığı zaman korumak, hücuma uğradığı an müdafaa etmek
ve gerektiğinde onun için savaşmak... Ve işte tüm bunlar islam'ın farz kıldığı
yardımlaşmanın manasına dahildir. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurur:
"Zalim veya mazlum olsun müslüman kardeşine yardım et.
Birisi: Mazluma yardım ederim fakat zalime nasıl yardım edeyim? dedi: -Sen
zalimi zulmünden men edersen böylece zalime yardım etmiş olursun."(437)
Bir müslümanın zelil düşmesi sözkonusuysa bütün müslümanlann
zelil düşmesi demektir. Çünkü bu zillet şeref ve dostluk bağlarını koparacak,
zelil düşen de ister istemez gördüğü bu haksızlığa boyun eğecek, tek başına
çekilip kendisine zulüm yapanlarla arasındaki kardeşlik bağları kopulacak ve
müslümanlar fert ve cemiyet olarak fert fert kalacaklardır. Kardeşlik bağları
kopulur, biri diğerine yalancı ve nefret gözüyle bakar ve biri diğerinin yanında
küçültülür, o da elini sallayarak görmemezlikten geldiği an zelil düşmüşlerdir.
Bu düşüklük müslümanları zelil ve perişan etmiştir. İslâm bu
aşağılık ile en çetin şekilde savaşmış öyle karanlık ve zulüm gölgelerinde
durmak isteyenleri de lanetlemiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu :
"Haksız olarak birisinin dövüldüğü yerde durmayın. Çünkü, böyle bir yerde durup
da zulme uğrayana yardım etmeyenin üstüne lanet yağar." (438)
Müslüman kardeşine bir kötülük ve zarar geldiği zaman onun
yardımına koşmaya ve yanında olmaya çalış ki senin sayende zulüm def edilip hak
da yerini bulsun. Resûlüllah'dan (s.a.v.) şu hadis rivayet edildi : "Kim bir
mazlumun hakkını almak için onunla yürürse kıyamette ayakların kaydığı günde
Allah onun ayaklarını sıratta sabit kılar." (439)
Bu görev, cemiyette bir makam veya insanların rağbet veya
korku duydukları bir mevkide isen daha da çoğalır. Malın zekâtı olduğu gibi
makam ve mevkiin de verilmesi gereken zekâtı vardır. Allah (c.c.) sana böyle bir
makam nasîb ettiyse, bu sadece koltuklarını şişirmene veya, zelîl düştükten
sonra kibir taslamana sebep olmasın. Allah (c.c.) böyle bir imkanı seninle bazı
ihtiyâçların görülmesi için nâsîb etmiştir. Sen bunları ifâ ettiğin takdirde
boynundaki farz görevi ve sevabı hak etmiş olursun aksi takdirde nîmete karşı
olan nankörlük ve bu nimetin zevalna ortam hazırlamış olursun. Resulullah
(s.a.v.)'dan şu hadis rivayet edildi:
"Allah'ın (c.c.) bazı insanlar yanında, müslümanların
ihtiyâçlarını görmeleri için emanet olarak vermiş olduğu bazı nîmetleri vardır.
Bunlar müslümanların ihtiyâçlarında kullandıkları müddetçe Allah (c.c.) onları
devam ettirir. Onları müslümanların ihtiyâcında kullanmadıkları an Allah (c.c.)
onları başkalarına devreder." (440)
İnsan makamını, insanların faydasına veya onlardan zararı
defetme yolunda kullandığı takdirde ihlâs ve samimiyet ölçülerine dikkat etsin.
Kim bunu bir menfaat karşılığı yaparsa Allah (c.c.) indindeki sevabı kaybolup,
bu hareketiyle haram yemiş sayılır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu :
"Kime, birine yaptığı bir iş karşılığı bir hediye verilir,
o da kabul ederse, büyük günâhlardan birinin kapısını çalmış demektir." (441)
Kardeşlik adabına ters düştüğü ve onun esaslarım zedelediği için, İslâm'ın harp
ilân ettiği birçok kötülük vardır. Safları pekiştirip, herkesi lâyık olduğu
makama oturtan esas, kardeşlik esasıdır. İhvan arasında niza veya çekişmeler baş
gösterdi mi, kardeşlik esası tatbikattan kalkıp herkes de te'sirini gösterir.
"Şüphesiz ki mü'minler kardeştirler. O halde iki kardeşinizin
arasını bulun. Allah'dan korkun ki merhamet bulasınız." (442)
Allah'ın Resulü (s.a.v.) mübarek hadisleriyle bu
kötülüklerden sakındırmıştır. Basireti olmayana, ilk bakışta bunlar basit
gözükebilir. Fakat iyi tefekkür edilirse bu kötülüklerin neticeleri kalpleri
ürpertir, şefkat duygularını kurutur. O (s.a.v.), şöyle buyurdu :
"Zandan sakının; zan, konuşmanın en yalan olanıdır,
kusurları araştırmayın bu hususta kulak hırsızlığı yapmayın kötülükte
yarışmayın. Birbirinize hased etmeyin, buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin.
Allah'ın sizlere emrettiği gibi birbirine kardeş olan Allah'ın (c.c.) kulları
olun, Müslüman Müslüman'ın kardeşidir, ona zulmetmez, onu rencide etmez, onu
hakir görmez, kötülük olarak, insana Müslüman kardeşini hakir görmesi yeter.
Müslüman'ın kanı ırzı ve her şeyi diğerine haramdır. Allah, suret ve
cisimlerinize bakmaz. O kalp ve amellerinize bakar. Takva kalptedir. Takva işte
buradadır. (Resûlüllah (s.a.v.) bunu söylerken göğsüne işaret etti.) Haberdar
olunuz. Birbirinizi alışverişini bozmayın. Allah için kardeş kullar olun.
Müslümanlar için üç günden fazla Müslüman kardeşinden uzak durması (darılması)
helâl olmaz." (443)
Allah (c.c.) için birbirini sevenlerden meydana gelen
cemiyetlerde akide kardeşliği, kan kardeşliği yerine geçer. Çoğu kez iman bağı
kan bağını geçer. Şu bir gerçektir ki Allah (c.c.) için olan kardeşliğin bağları
ilk Müslümanları toplamış, İslâm devletini ikâme etmiş ve sancağını
dalgalandırmıştır . Resûlüllah (s.a.v.) bununla kinci ve putçu hücumlarla diğer
düşmanlıklara karşı koyan bir ümmeti te'sis etmiştir. Bu ümmet büyük bir
mücâdeleden sonra sağlam temel ve yüce sütunlarla ortaya çıktı. Onun düşmanları
helak olup yok oldular. Her şey zıddı ile bilinir. Asrımızda yahudilerin batıl
bir dava etrafında toplanmaları, kendileri için devlet kurma arzulan, tüm
servet, şan ve ilk vatanlarını terkederek Doğu ve Batı'dan göçüp mukaddes
topraklara yerleşmeleri... Evet bütün bunlar yahudilerin 1400 yıllık batıl
inançlarından kaynaklanan ideolojilerinin kalıntılarıdır. Bu kin, müslümanlar'ın
ilk İslâm devletlerini kurmak için seçtikleri ve her yerden akın ederek hicret
ettikleri Medine kentine yerleştikleri zamandan beri devam etmektedir.
İslâm'a kucak açan, dâvasını yücelten Medine şehri yerli ve
yabancıların ilişkilerini, Allah'a (c.c.) iman, faziletli bir îsar, cins ve
soylar arasında eşitlik, karşılıklı hürmet ve muhabbet, fazileti yayma, hakkın
yüceltilmesi (sorumluluk ol'duğu için değil) sadece Allah (c.c.) rızası için
iyiliği neşretme esasları üzerinde kuruyordu. Allah (c.c.) şöyle buyurur :
"Onlardan evvel Medine'yi yurt ve iman (evi) edinmiş olan
kimseler kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden
dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç "meyli" bulmazlar. Kendileri de farklı ihtiyaç
içinde olsalar bile onları öz canlarından daha üstün tutarlar." (444)
İşte bunlar, geçici dünya menfaat ve gayeleri için olan
kardeşlik değil gerçek kardeşliğin ye Allah (c.c.) rızası olan akide
kardeşliğinin alametleridir. İslâm'ın kardeşlik talimatı kimseyi rahatsız
etmemeye riayet ediyordu. Bir Müslüman'ın kardeşinin huzursuz olmasına sebebiyet
vermesi veya onu korkutacak şekilde işarette bulunması caiz değildir. Resûlüllah
(s.a.v.) şöyle buyurur :
"Müslümanın Müslümanı korkutması helâl olmaz." (445)
Şu hadis te Resûlüllüh'tan rivayet edilir.
"Kim haksız olarak Müslüman kardeşine onu korkutacak Şekilde nizâ ederse
Allah (c.c.) onu kıyamet gününde korkutur." (446)
Müslüman'ın eziyet ve zulüm görmesine sebebiyet veren Şeyler
İslâm'da büyük cinayet sayılırken bizzat ona eziyet veya zulüm etmek nasıl olur?
Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Kim; ana, baba, kardeşi olsa bile, kardeşine demir ile işaret
ederse vazgeçinceye kadar melekler ona lanet eder." (447) "İşte bu
tavsiyelerle kardeşlik tam bir teminâttı öyle ki, cemiyete huzur ve sükûnu bu
şekliyle yayabildi. İşte bu kardeşliğin sağlam temelinden dolayıdır ki islâm
sert bir şekilde kibir ve övünmeyi haram kılmıştır. Aynı ana baba ve aynı dine
bağlı olmanın şuuruna erenleri hiçbir dünya menfaati düşman kılamaz. Üstünlüğün
takvada takvanın da kalpte, kalplerinde sırrını Allah'tan başka kimsenin
bilemeyeceğini anlayan bir toplumda batıl olan övünmenin yeri yoktur. Resûlüllah
(s.a.v.) şöyle buyurdu :
"Allah (c.c.) bana tevazuda bulunmanızı ve hiç kimsenin
diğerine karşı kibirlik taslamamasını vahyetti." (448)
İslâm yeryüzünde yükselmek için şeytanın oyununa gelip
kardeşlerine kibir taslamaktan insanları korkutmuştur. Şöyle ki : O, yükselmek
isteyenlerin kıyamet gününde koltuklarını şişirdikleri nisbette, küçük düşüp
ayaklar altında ezilen zerreler olacaklarını beyân etmiştir. Bu konudaki hadis
şöyledir:
"Mütekebbirler kıyamet gününde adamlar şeklinde olan zerrecikler halinde
haşrolacaklardır ki onları her taraftan horluk kaplayacakdır." (449)
Kardeşlik bağlarını kibir, insanları hakir görme ve onları
küçük düşürme hasletleri yırtar. Tüm bunlar çirkin gaflet ve koyu cehaletin
semereleridir. Zayıf kimseye sataşmak yerine yardım etmek, şaşkın kimseye de,
gülmek yerine yardımcı olmak gerek. Birine belâ isabet edip bir kötülük
işittiğinde bir müslümandan beklenen en son durum, sadece bu kötü duruma veya
belanın onun küçük görülmesine sebebiyet vereceğini ta'kib etmesidir. "Ey
iman edenler! Bir kavim diğer bir kavim ile alay etmesin olur ki (alay
edilenler) Allah indinde kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları
(eğlenceye almasın) olur ki onlar kendilerinden daha hayırlıdır." (450)
Hasan Basri'den rivayet edildi: "Muhakkak ki insanlarla alay edenlere cennette
bir kapı açılacaktır. Onlardan birine : "Haydi gir" denilecek. O da zahmet ve
sıkıntı içinde gelecektir. Tam kapıya geldiğinde, kapı üstüne kapanır. Sonra ona
bir kapı daha açılır. Ona : "Gir, gir" denilecek yine binbir türlü zahmet ve
sıkıntı içinde geleceğinde kapı kapanır. Bu durum onlardan birine cennet kapısı
açılıp "gir" denildiğinde ümitsizlikten ona girmeyeceği bir ana kadar devam
eder." (451)
İşte istihza edenlerin cezası budur. Bu ceza, yaptıklarını
onlara hatırlatmak ve onları azarlayıp yaptıkları amelin cinsinden bir cezadır.
İslâm'ın umumî kardeşliği korumak ve yapmacık olan bölücülüğü
yıkmak için başvurduğu yollardan biri de kan eşitliğini kuvvetlendirmek, tüm
haklarda eşitliği sağlamak, ferdi ve umumî olarak soy sopla öğünmenin batıl
olduğunu hatırlatmaktır... Çünkü Hz. Adem'in (a.s.) atalığı tüm insanları bir
esasta toplamıştır. Bir şahsın ancak gayret ve çalışması ile kardeşi veya
kendine denk olan insanlara üstünlük veya imtiyazı olabilir. Bir insanın güzel
bir amel ile bir imtiyazı yok ise, ataları ahiretin sultanları bile olsalar
kendisine bir fayda veremeyecektir. Ebu Hüreyre, (r.a.) Resûlüllah'ın şöyle
dediğini rivayet eder:
"Kıyamet gününde Allah (c.c.) bir münâdiye şöyle
çağırmasını emreder : "Dikkat edin. Ben sizleri belli bir soyda yarattım. Sizler
de kendilerinize soylar edindiniz. Ben sizin en değerlinizi, en muttaki olanınız
kıldım. Siz bundan yüz çevirip falan oğlu falanım dediniz. Ben bugün sizin için
esas olarak kabul ettiğim soy esasını kabul eder yüceltirim. Sizin tesbit
ettiğiniz soyları ise alçaltırım."(452) Bu Hadisi Şerif şu ayetin bir nevi
tefsiri mahiyetindedir.
"O vakit sûr üfrüldü mü, artık aralarında ne bir neseb
yardımlaşması vardır ne de birbirinin halinden sorabilirler. O zaman kimin
hasanet tartılan ağır gelirse (işte) onlar zafere kavuşacaklardır. Kimin de
tartıları hafif gelirse işte kendilerini hüsrana düşürenler bunlardır.
Cehennemde ebedi olarak kalacaklardır."(453)
Ne gariptir ki Arablar'ın soyla övünüp ataları ile üstünlük
taslamaları, İslami esasları cemiyetlerinde tatbik hususunda kendilerine galebe
çalmıştı. Bu mesele, geçmiş ve hazır olan durumumuz için tehlikli âfetlere sebep
olmuştur.
Müslümanlar arasında olan kardeşliğin muhafaza edilebilmesi için gerekli
vasıtalardan biri de, onun ırk ve cins ile ilgili çekişmeleri yok etmesidir.
İnsanın kavim ve vatanını sevmesi normaldir. Fakat bunun, Allah (c.c.) ile
yaratıklarının unutulmasına sebebiyet vermesi asla caiz olmaz. Resulullah
(s.a.v.):
"En hayırlınız, bu yolda günah işlemediği müddetçe
aşiretini müdafaa edeninizdir"(454) Resulullah'a (s.a.v.) ırkçılık nedir?
diye sorulunca: "Haksız olarak kavmine yardım etmendir" buyurdu.
İslam kardeşliği, istikâmet, ihlâs, İslâmî emirleri tatbik,
bunları umumi, hususi tüm bağlara tercih etmeyi, karşılaştığı problemleri onunla
çözmeyi ve İslâm'dan başka her türlü ideoloji ve davaları terketmeyi gerekli
kılmaktadır...
_________________________
(431) Hûcûrat, 13
(432) Buhari
(433) Müttefekün aleyh
(434) Beyhakî
(435) Buhari
(436) A-li İmran, 103
(437) Buhari
(438) Tebarâni
(439) Esbâhani
(440) Tebarâni
(441) Ebû Davud
(442) Hucurat, 10
(443) Müslim
(444) Haşr, 9
(445) Ebû Davud
(446) Tebarâni
(447) Müslim
(448) Ebû Davud
(449) Tirmizi
(450) Hucurat, 13
(451) Beyhâki
(452) Beyhâki
(453) Mü'minun, 101-103
(454) Ebû Davud
Prof. Muhammed Gazali