Birlik
İslam'ın âdâb ve esasları ferdi, cemiyetin ayrılmaz parçası ve vücudun kopmaz
bir uzvu kabul eder. Bu organ, ister istemez tüm vücuda gelen gıda, olgunlaşma
ve şuurdan nasibini alır
İlahi hitab da bu durumu tasvib etmiş, emir ve yasaklarını
sadece insanın kendisine yöneltmemiştir. Bu hitab tüm cemaatın edep ve irşadını
hedef almıştır. Böylelikle cemaata ettiği hitabı ferd de dinleyip ondan ders
alır. Kitap sünnetteki teşriin takib ettiği metod ve siyak budur.
"Ey iman edenler! Namazlarınızda rüku ve secde edin.
Rabbinize ibadet edin ve hayır yapın ki kurtulabilesiniz. Ve Allah yolunda
gerektiği gibi cihad ediniz"(455)
Müslüman Allah'a (c.c.) yönelip iltica edeceği zaman tek
başına imiş gibi değil de, bilakis bir toplumun bir parçası ve onunla irtibatlı
imiş gibi ibadetini ifa edecektir.
"Allah'ım! Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım
taleb ederiz"(456).
"Allah'ım! Yalnız sana ibadet ederiz, yalnız senden yardım
talep ederim" şeklinde değildir.
Bundan sonra da O, Allah'tan (c.c.) hayır ve hidayet
isteyeceği zaman sadece kendine bağlı değil, bilakis başkalarına da ister. Şöyle
ki:
"Allah'ım bizi, kendilerine nimette bulunduğun kişilerin doğru
olan yoluna ilet."(457)
Allah (c.c.) insanlan dağılıp ayrılmaları için yaratmamıştır.
Şüphesiz ki O (c.c.), insanlar için tek bir din gönderip, aynı istikamette
onları yönetmek için peşpeşe peygamberler göndermiş ve hayat boyunca dini
parçalayıp tefrikaya düşmelerini haram kılmıştır. Ancak Seytan'ın kendilerine
tezyin ettiği şehvani arzulan, tüm bunları kendilerine unutturup, bu ilâhî
mîrası değiştirmiştir ki, insanlar bu sayede hizipleşip, her hizip diğerine pusu
kursun ve kandırmaya çalışsın. Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"Ey Resuller! Temiz ve helal olan şeylerden yeyin. Güzel
amellerde bulunun. Çünkü ben, ne yaparsanız hakkıyla bilenim. Şu (insanlar) bir
tek ümmet halinde sizin ümetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Benden korkun
fakat (o kavimler) dinlerde fırkalara ayrılmak, her fırka kendi ellerindeki
(din) ile böbürlenmek suretiyle parça parça oldular. Şimdi sen onları bir vakte
kadar sapıklıkları içinde bırak."(458)
Allah (c.c.) bu büyük tefrikanın tek sırrım hevaya uyma ve
haddi aşmak olduğunu beyan buyurmuştur. Şu bir gerçektir ki ilim ve ihlâs
ahlâktan ayrıldılar mı böyle bir ahlâk hem sahibine hem de tüm insanlar için
vebal olur. Din gelmezden önce tüm yönleriyle cehalet insanları sapıtıyordu.
Vakta ki din nazil olup temsilcileri onu istismar edip dinî ilimlerle yiyecek ve
nefisleri için ticarette bulundular, yine de tüm insanlar sapık yollara düştü.
Resulullah (s.a.v.) fayda vermeyen ilimden Allah'a (c.c.) sığınıp şöyle diyordu:
"Sizler için benden sonra en korktuğum şey, diliyle âlim olan münâfık(lardır)"(459)
Evet bölücü bir kalp, ilmi fesat için silah olarak kullanır.
İnsanlık eskiden bugüne kadar böyle yıkıcı bir ilimden rahatsız olmuştur. Allah
(c.c.) insanlığın gidişatını bozanların kalp alimleri değil, dil âlimleri
olduklarına dikkatlerimizi çekmiştir.
"Dini doğru tutun. Onda tefrikaya düşmeyin, diye (aslı)
dinden hem Nuh'a ettiğini hem sana vahy eylediğimizi hem İbrahim'e, Musa'ya ve
İsa'ya ettiğimizi sizin için de şeriat yaptı. Senin kendilerini davet etmekte
olduğun (bu) şey müşriklerin üzerinde büyüdü. Allah kimi dilerse buna onu seçip
çeker."(460)
"Halbuki kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirine
karşı olan ihtiras ve hasetten dolayı ihtilafa düştüler. "(461)
"Onlar ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki,
aralarında ki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler." (462)
Allah'a (c.c.) ihlas ve insanlara merhamet duygularından
mahrum bir ilmin nasıl bölücülük yaptığım ve Allah'ın (c.c.) emirlerini nasıl
çiğnediğine bir bak... Hayatta düşüncelerin büyük olması veya görüşlerin
çakışması garipsenmez. Fakat ayrılık ve düşmanlığa sebep olan bunlar değildir.
Bunun esas sebepleri, gizli bazı arzuların elde edilmesi için değişik
fikirlerden kaynaklanmaktadır. Bazen hakikat üzerinde tartışma yapılırken bu,
ilimle alakası olmayan inada dönüşür. Şayet esas gâye hakikati aramak olup bunun
talihleri de, üstün gelme, riyâ, makam ve mal arzularından uzak dursalardı,
insanlık tarihini üzüntü ve kedere boğan olaylar cereyan etmezdi. Bazı basit
mes'elelerden dolayı çekişmelerin büyüdüğü hepimizin malumudur. Çünkü bu
çekişmelerin çoğu siyasî menfaatlerden kaynaklanıyor. Öte yandan daha birçok
önemli konu varken bunlar hakkında hiçbir tartışma ve konuşma yapılmıyor. Güya
böyle önemli mes'elelerin neticeleri sadece teoriden ibaretmiş.
Şüphe uyandırıcı ihtilaflar, insanların din ve dünyalarını
bozduğu için İslam böyle bir ihtilafı küfür ve İslâmdan uzaklaşma kabul
etmiştir. Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
'Dinlerin (bir kısmına inanıp bir kısmını inkar etmek
suretiyle) parça parça edenler ayrı ayrı fırka olanlar (yok mu?) Sen hiçbir
veçhiyle onlardan değilsin, onların cezası Allah'a aittir. Sonra o, ne
yapıyordurlar kendilerine haber verecektir."(463)
Allah (c.c.) müslümanları, geçmiş milletlerin yaptığı gibi
boğuşmalı ve karşılıklı lânetlemelerle yapılan dinî ihtilaflara girişmekten
sakındırmıştır.
Siz kendilerine apaçık deliller, âyetler geldikten sonra
parçalanıp ayrılanlar, ihtilafa düşenler gibi olmayın. İşte onlar(ın hâli) en
büyük azab olanlardır.
O gündeki nice yüzler bembeyaz olacak nice yüzler kapraka
kesilecek, yüzleri simsiyah olanlara gelince onlara: İmanınızdan sonra
küfrettiğiniz hal işte o küfretmenize mukabil tadın azabı (denilir). Yüzleri
bembeyaz olanlar ise Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar bunun içerisinde ebedi
kalıcıdırlar. "(464)
Kalp ve duygularda ve şekilde aynı olan ibâdet, insan tek
başına ve cemaatle îfâ edeceği zaman ecir bakımından değişmektedir. Mesela:
Sabahın iki rek'atıyla öğlenin dört rek'atı cemaat ve münferid olarak
kılındığında aslında şekil bakımından değişmektedir. Bununla beraber insan aynı
namazları Rabbinin huzurunda cemaatle îfâ ettiğinde yirmi küsur defa
artmaktadır. Aslında bu, cemaate katılma, yalnızlığı terk etme uzletten çekilme
ve ümmetiyle pekişmek için büyük bir davettir. İslâm, müslümanın kabuğuna
çekilip duygu ve düşüncelerinde yalnız kalmasını ve maslahatını ümmet ve
cemaatın maslahat ve yaşamına üstün görmesini iyi karşılamaz. Hadisi şerif
şöyledir:
"Müminin kalbi üç şeyi ihmal etmez:
1. Amelde Mâsı,
2. Müslüman liderlere itaat etmeyi,
3. Müslüman cemaatına katılmayı...
İşte bunların duaları kabul gör'ür. "(465)
Allah (c.c.) müslümanın yaşamış olduğu cemiyete karışması
için beş vakit namazın cemaatla kılınmasını, buna çok dikkat edilmesini, kasaba
ve küçük köy halkının her hafta için cumaya katılmalarını, daha fazla hayır,
fayda ve iştirakın olabilmesi için bayram namazlarının şehir haricindeki
meydanlarda kılınmasını emretmiştir.
Allah (c.c.) Doğulu ile Batılı'nın bir araya geleceği ve
bunlardan daha büyük toplulukla îfa edilecek olan hacc'ı da farz kılmış olup, bu
ibâdet için belli zaman ve mekan tesbit etmiştir. İşte bu sayede çeşitli ırktaki
müslümanlar mutlak olarak bir araya gelebilmektedirler. Resulullah (s.a.v.)
hazarda ve seferde cemaat ve birliği tavsiye edip uzlete ve ayrı yaşamanın
doğuracağı neticelerden şiddetle sakındırmıştır.
Said bin Müseyyeb'den (r.a.) rivayet edildiğine göre:
"Şeytan bir veya iki kişiyi aldatmaya çalıştığı halde, üç
kişiyi aldatmada gözü yoktur. "(466)
Resulullah (s.a.v.) bir sefer esnasında iken ashâbını
istirahat etmek için sağda solda dağınık görünce bu manzaradan hoşlanmamış ve
kerih görmüştür. Ebi Sa'lebeden (r.a.) rivayet edildi:
"Ashab'ın sefer esnasında yeşillik ve vadilerde dağılması
üzerine, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Sizlerin böyle dağılması şeytanın hoşlandığı bir
husustur! Bundan sonra sefer esnasında o kadar sık ve yakın duruyorlardı ki
üzerlerine bir elbise atılsaydı hepsini örterdi." (467)
Bu, duyguların birleşmesi, karşılıklı muhabbet ve safların
pekişmesi neticesindedir.
Hak insanları bir araya getirmezse, elbetteki bâtıl onları dağıtacaktır. Onları,
Allah (c.c.) için olan ibâdet birleştirmezse, şeytanî itaat onları parçalar.
Onları cennet'in nimetleri te'sir altına almazsa dünya metaından dolayı
birbirine düşman kesilirler. İşte bundan dolayıdır ki çekişme, karanlık
câhiliyye özelliklerinden ve îmansızların şa'nındandır. Resulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu:
"Benden sonra bir kısmınız diğer bir kısmınızın boynunu
vuracak şekilde kâfirler olmayınız."(468)
Yani: Bu kanlı kavga, kendi aralarında darmadağınık olan
kâfirlerin sıfatıdır.
islâm, akılların anlayış farklılığından doğacak ihtilafı hoş
karşılayıp bu hususta isabet edene iki, etmeyene de bir ecir va'd etmiştir.
Bundan başka da hakkı aramak ve onunla amel etme hususunda ihlası muhafaza
ettikleri müddetçe onlara bağrını açmıştır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Hakim içtihadında isabet ederse, ona iki sevab, hata ederse
ona bir sevab vardır"(469)
Görüyorsun ki Allah'ın (c.c.) rahmeti iyi niyete önem verdiği
gibi neticelere önem vermez. Onun için Allah'ın (c.c.) geniş tuttuğu bir din
niçin daraltılsın? İnsanlar arasındaki bunca kabalık ve hoşnutsuzluk neden
olsun?
Resulullah (s.a.v.) Medine'den çıkan mücahid ashabına:
"ikindi namazını Beni Kurayza'da kılınız" dediği zaman bunlardan bir kısmı bu
emrin, ikindi vaktinin dâhilinde yerine getirilmesi gerekli şeklinde te'vil
ederek yolda kılmışlar. Diğerleri de emrin zahirine bakarak ikindi namazını
akşamleyin (Beni Kurayza'da îfa ettiler). Resulullah (s.a.v.) her iki kısmın da
yaptığını kabul etmiş ve onları düşman karşısında tek bir safta bağlamıştır.
İşte bu, ilmi konulardaki ihtilafın çözüm yoludur. Akıl ve vicdan muhafaza
edildiğinde böyle bir ihtilafa girebilir. Fakat inat ve buğz eseri olarak
ihtilaflar dünyayı elde etmek için araç olarak kullanırsa işte din, ondan sonra
da dünya elden gider.
"ÎLGİLİ BİR FETVA"
Mürşid kardeşlerimizden birine(*) "Namaz kılanlar nerdeyse
camide birbirine girecek onlara hemen yetiş" denildi. -"Niçin? Böyle şey olur
mu?" "-Bunlardan bir kısmı teravih namazını sekiz rekat, diğer bir kısmı da 20
rekat olarak kılmak istiyor." - "Peki benim ne
yapmamı istiyorlar?" Bu hususta senden fetva bekliyorlar." el- CEVAP:
"Kesin olarak adı geçen mescid kapatılacak ve teravih namazı
kılınmayacaktır. Çünkü teravih namazı sünnet, müslümanların vahdeti ise farzdır.
Binaenaleyh nafile için farz terkedilmez.
"İhlas ve insanlara din namına yapılması gereken nasihat
böyle ufak-tefek ihtilaflar için birbirine giren toplumlarda pek görülmez.
Müslüman âlimler, İslâm'ın esaslarına dayanarak ümmetin ihtilaf ve ayrılığa
düşmemesi için, münker izâle edilirken daha büyük bir fitne olacaksa böyle bir
izâlenin gerekmediğine dair fetva vermişlerdir. Çünkü münkerin bekası aslında
bir zarardır. Fakat böyle daha büyük bir zararın olması daha büyük bir zarardır.
Böyle durumlarda ehven-i şer tercih edilir. Biliyorsun ki doktor, bedende bir
ameliyat yapacağı zaman vücudun kuvvetine bakar. Vücudun bu ameliyatı kaldırma
gücü bulunursa bu işe girişir.
Yok eğer hastanın hayatına mal olacaksa hastalık devam etse
dahi bundan vazgeçer. Resulullah (s.a.v.) ensar ile kolaylık, zorluk, bolluk,
darlık ve her halükarda İslam'ı üstün görmeleri hususunda biat ederdi"(470)
Yani iyi insan dünyalık bir şeyi kaybedeceği zaman üzülmemeli. Bir makama
lâyık bulunmayıp kendisine herhangi bir menfaat gelmediğinde ortalığı
feryatlarla doldurmamalıdır. Böyle şeylere üzülmek, Allah'ın (c.c.) kendileri
hakkında şöyle buyurduğu münafıkların alâmetidir:
"Münafıkların bir kısmı ganimetlerin bölünmesinde seni
ayıplarlar. Çünkü o ganimetlerden istedikleri şey kendilerine verilirse râzı
olurlar, verilmezse hemen kızarlar."(471)
Meydana gelen ayrılıkların çoğuna bakarsan kökünde dünya
sevgisi ve kör menfaatçıların yattığını bulursun. Halbuki birleşmek kuvvettir.
Böyle bir birleşme, sadece insanlığın mes'elelerinde görülmez. Bilakis o
kâinatın kanunlarından biridir.
Mesela ince ve zayıf ipler bir araya gelirse kuvvetli ve
yükleri çekebilecek bir şerit olur. Gördüğümüz koskoca kâinat da atomların bir
araya gelmesinden meydana gelmiştir. Filozofun biri, birliğin önemini
çocuklarına îzah için şöyle bir yola başvurmuştur:
Çocuklarına çubuklardan oluşmuş bir demeti kırmalarını
emretmiş onlar ise demet hâlinde olduğu için kıramamışlar. Fakat aynı demeti
çubuklara ayırınca kırabilmişlerdir.
"Mızraklar birleşince kırılmazlar,
Ayrılınca kırılırlar teker teker".
Düşmanlık, güçlü milletleri zayıf düşürüp, zayıf olanları da
yok eder. Bundan dolayıdır ki, Allah (c.c.) Bedir savaşındaki ilk zaferden hemen
sonra Müslümanlara her şeyden önce birleşmelerini ve saflarını bitiştirmelerini
tavsiye etti. Ashâb ganimetleri görüp toplama hususunda yarışa girdiklerinde şu
âyet nazil oldu:
"Habibim! Sana harb ganimetlerinin hükmünü sorarlar. De
ki, ganimetler Allah'ın ve Resulü'nündür. O halde mü'minlerseniz Allah'tan
korkun, (ihtilafa düşmeyin) Aranızı düzeltin, Allah'a ve peygambere itaat
edin."(472) Bundan sonra da Allah (c.c.) mutlak zafer ve kuvvetli bulunmanın
tek yolunun kendisi için birleşme olduğunu buyurarak şöyle buyurdu:
"Allah'a ve O'nun Resulüne itaat edin birbirinizle
çekişmeyin. Sonra korkuyla za'fa düşersiniz. Kuvvetiniz kesilip gider."(473)
Daha sonra Allah (c.c.) ashabı âhirete inanmayanlar gibi dünyalık menfaatler
için boğuşmaktan ve hırsa düşmekten sakındırarak şöyle buyurmuştur:
"Yurtlarından çalım satarak insanlara gösteriş yaparak
çıkanlar, halkı Allah'ın yolundan men edenler gibi olmayın"(474) Bundan
sonra müslümanlar "Uhud'da: şehit vermek suretiyle ilahî bir tokat yediler. Bu
tokatla yenik ve perişan düşüp kâfirlerin istediği kendilerin hâsıl oldu. Bu
niçin böyle oldu? Halbuki Allah'a olan iman ve haklı davaları onların zafer
kazanmalarına yeterliydi. Bunun sebebi şudur. Onlar çekişip ihtilafa düştüler.
Allah ve Resulü'nün emrine muhalefet ettiler.
"And olsun ki size olan va'di onun izn (-ü keremi) ile
düşmanları (kolayca) öldüre geldiğiniz hatta sevmek de olduğunuz (zafer)i de
size gösterdiği zamana kadar yerine gelmişti. (Sonra) siz yılgınlık gösterdiniz
isyan ettiniz. (Verilen) emir hakkında çekiştiniz. İçinizden kimi dünyayı
istiyor, (yine) içinizden kimi ibtila vermek için sizi onlardan geri
çevirdi."(475)
Müslümanlar tarihin zor günlerinden ibret alsalardı;
başlarına gelen musibetlerin ayrılık ve ihtilaftan kaynaklandığının farkına
varacaklardı. Çağdaş haçlı seferleri ve ondan sonra da gelen yahudî akınları
İslâm alemindeki kaynakları sömürmede muvaffak olmuş ise de bu müslümanların
hiçbir sebep yok iken kendi aralarında çekişmeye düşüp parça parça olmalarından
dolayıdır. Batının doğuyu parçalayıp sömürmedeki siyaseti "Parçala yut"
kaidesine dayanmaktadır.
İslâm kendi ümmetinin varlık ve gücünü ayakta tutması
hususunda çok hassastır. Onun için ihtilafa sebep olan tüm sebepleri yok etmiş
ve tüm ümmeti, birleşip çekişme ve ayrılığa düşmekten sakındırmıştır.
"Allah'ın kuvveti cemaatle beraberdir. Kim ayrı kalırsa
ateşi boylar."(476)
İslâm düşmanları müslümanların tek tek kalmalarından
istifade etmeyi isterler. Çünkü onları ayrı ayrı yakalamak daha kolaydır. Ancak
böylelikle tüm ümmeti fert fert taraflarına çekebilirler. Tüm İslâm âleminin
ayrılıktan kurtulması için fertlerin birbirleriyle pekişmesi gerek. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurur:
"İleride bâzı fitne ve fesat olayları olacaktır. O zamanda
birlik halinde bulunan ümmeti parçalamaya kalkışan kim olursa olsun boynunu
vurun. "(477)
Ümmetin birliğinden ayrılmak -ki bu dünyada olan
cezasıdır- Allah'ın şu cezasını gerektirir:
"Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra
peygamberlere muhalefet eder, mü'minlerin yolundan başkasına uyup giderse onu
döndüğü yolda bırakırız. Fakat (âhirette de) kendisini cehnneme koyarız. O ne
kötü bir yerdir. "(478)
Bunu garipsememek gerek. Çünkü ayrılık mikropları tüm
ümmeti uçuruma doğru götürdüğü zaman ortaya çıkar. İnsanlardaki bazı kötü
hasletler tam bir anlamda fonksiyonlarını kaybedebilirler. Ayrılık belirtileri
baş gösterince de fırsatçı ve münafıklar hemen devreye geçerler. Onlar görünüşte
cemaatla bir gözükürler. Halbuki işin esasında göründükleri gibi değildirler.
İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş:
"Kim (emirin) itaatından çıkıp cemaattan ayrı düştüğü bir
zamanda ölürse câhiliyye ölümü ile ölmüştür"(479) Diğer bir hadis te
şöyledir:
"Kim ümmetten ayrılıp iyi-kötü demeyip herkesle savaşmaya
kalkışır, mü'minleride bu doğuşunun dışında bırakmaz ve verdiği sözü yerine
getirmezse benim ümmetimden beri olup, ben de ondan beriyim. "(480)
İyi insanın önce geçmesi onun normal bir hakkıdır.
Varlıklılarından da ümmetin fayda görmesi gerek. Makam hırsıyla tutuşan
fazîletli ve varlıklı birisi, ne kendine ne de ümmete bir fayda verebilir. Makam
peşinde olana Allah'ın (c.c.)yardımı erişmez. Allah'ın yardımından mahrum kalan
biri ise lider de olsa uğursuzdur. İşte bunun içindir ki İslâm, makam ve
liderlik taliplerinin bu isteklerinden mahrum bırakmıştır. Ebu Musâ'dan rivayet
edilmiştir:
"Amcam oğullarından iki kişi ile Resulullah'ın (s.a.v.)
yanına gittik. Onlardan biri: - Ey Allah'ın Resulü! Bize İslam devletinden bir
iş ver dedi. Diğeri de bunun aynısını taleb edince Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu:
"Allah'a yemin ederim ki işi taleb edene ve bu konuda hırslı
davrananlara (devlet olarak) iş vermeyiz. "(481)
İşin garip tarafı şudur ki İslâm ümmetinin temelini
durmadan sarsan bu musibetler, hep makam sevdalısı kişi ve hanedanlardan
kaynaklanmaktadır. Resulullah (s.a.v.)'in buyurdukları gibi şayet bunların
liderlik ve saltanat sevgisi, çok yüksek meleke ve meziyetlerinden
kaynaklanıyorsa da yine böyle (haris olanların) başa geçmesi uygun düşmez. Durum
böyle olunca insanların en düşükleri ve ahlâkça en âdileri pozisyonundaki reis
taslaklarının liderlik hâli ne olacaktır?.. Eskilerden şair Mütenebbi bunların
hâlini şöyle tasvir etmiştir:
"Tüm insanların liderleri kendilerinden olduğu halde
Müslümanların liderleri ise yabancı kölelerdir".
Her müslüman nerede bulunursa bulunsun, böyle bir sapıklıktan
korunmaya çalışsın ve İslâm, birliğini meydana getirecek olan taşı yerine
koyuversin.
______________
(455) Hacc, 77-78
(456) Fatiha, 5
(457) Fatiha, 6-7
(458) Mü'minun, 51-54
(459) Bezzar
(460) Şûrâ, 13
(461) Şûrâ, 14 ,
(462)Bakara,213
(463)En âm, 159
(464) Al-i İmran:105-10
(465) Bezzar, İ. Mace, Mukaddime,230
(466) Malik
(467) Ebû Davud
(468) Tirmizi
(469) Buhari
* Hasan el- Benna kastediliyor (Mütercim)
(470) Müslim
(471) Tevbe, 5-8
(472) Enfâl, 1
(473) Enfâl, 46
(474) Enfâl, 47
(475)Al-i İmran:152
(476) Tirmizi
(477) Müslim
(478) Nisâ
(479) Buhâri
(480) Müslim
(481) Buhâri
Prof. Muhammed Gazali