(Mü'minin) İzzet (Kaynakları)
"Yaratıklar üzerindeki
büyüklük hakkı, âlemleri terbiye eden en güzel şekilde yaratan, takdir edip
doğru yolu gösteren insanları dilediği zaman kaybedilen nurları tecelli ettiği
zaman insanın aklını dehşete düşüren âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır. Göklerde
ve yerde azamet O'nundur. O, Aziz'dir, Hakim'dir."(512)
İnsanların Rablerine boyun eğmeleri, bâtıla değil, hakka eğilmektir. Çünkü
yaratma, idare etme, zenginlik ve mülk yalnız onundur. Kulların geleceği onun
dileği ve iradesine bağlıdır.
İnsanların en mutlu vakitleri uzunca ve mütevâzi olarak alınlarım izzet sahibi
yaratanları için yere koydukları andır. İşte bu anda insanlar gerçek değerlerini
bilir, seviyelerini tesbit eder, inkar edilmeyen ve mutlak gerekli olan
Rablerinin (ubudiyet) hakkını yerine getirmiş olurlar.
Öte yandan insanın kendisi gibi bir kula boyun eğmesi şüphe götürmeyen bir
bâtıldır. Bu durumda kibir tasarlayan ise haklı olmadığı bir durum ve bâtılane
davrandığı bir işe girmiştir. Seviyesiz kişinin kibir tasarlaması güç
getiremediği suçu işlediği gibi, haddini de bilmediğini ortaya koyar. İslam
zillet ve kibri haram kılıp izzeti vâcib kılmıştır. Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu:
"Kimin kalbinde hardal tanesi ağırlığında kibir var ise Allah (c.c.) onu yüzüstü
ateşe atacaktır."(513)
Diğer bir rivayet de şöyledir:
"Bir zamanlar adamın biri çok beğendiği süslü elbiseleri
ve taranmış saçı ile kibir içinde yürüdü. Allah (c.c.) onu yere batırdı. O,
kıyamete kadar yerin dibine batmaya devam edecektir."(514)
Evet kibir Allah'ın (c.c.) bir vasfıdır. Beşer için, Allah (c.c.) hakkı olan
vasıflarda O'na ortak koşmaya kalkışmaları uygun düşmez. İnsanların kibir
taslamaları kötü hasletlerden sayılır. Bunun kökeninde hakkı inkâr, durumu
bilmeme, hadde tecavüz, sûî muşeret ve iyiliği hakir görme vs. gibi hususlar
yatmaktadır.
islâm müslüman için küçük, hakir ve zelil düşmesini haram kılmış, ona şahsiyet
ve mevkiine halel getirecek herşeyden uzak durmasını tavsiye etmiştir. Enes bin
Malik Resulullah'dan (s.a.v.) şunu rivayet etmiştir:
"Kim, dünya için üzülürse Rabbını gazaplandırmış olur. Kim, başına gelen bir
musibetten dolayı şikayetçi olursa Allah'a (c.c.) şikayet etmiş olur. Kim ondan
yararlanmak için bir zengine eğilirse Allah'ı (c.c.) gazaplandırmış olur. Kim de
Kur'an'a sahip olduğu halde cehenneme girerse Allah (c.c.) onu daha da
uzaklaştırsın."(515)
Diğer bir rivayet de şöyledir:
"Kim bir zenginden dünyalık elde etmek için yanına oturur ona yaranır ise
dininin üçte ikisi gider ve cehennemlik olur".
Bu hadis bir musibet karşısında bazı insanların zillete düşmelerini, dünyalık
bir meta için oturup ağlamalarını, yardım için çığlık atmalarını, borç veya
karşılıksız bir şeyler elde etmek için zenginlerin ayak tozuna sürünmelerini
(şiddetle) reddeder.
İmkânsızlıklar için üzülmek düşüklük sayılmaz. Esas islâm'ın haram kıldığı şey,
imkânsızlıklar için insanın kendisi (düşük) ve zelil düşürmesidir.
Eskiler kahramanlıklarım şöyle gösterirlerdi: Mesela, bir yaralı veya (musibetzede)
iyileşinceye kadar başına gelenlere sabreder. Azimle durumunu muhafaza ederdi.
Yoksa şuna buna inleyerek kendini düşük bir duruma düşürmezdi. Bu anlamda şâir
şöyle haykırmış:
"Ben kanaat gösterir, zenginlikten pek hoşlanmam. İmkânım nisbetinde benden borç
isteyene yardıma koşarım. Bazen zor duruma düşer sıkıntılar çekerim. Fakat
şahsiyetimi koruduğum için mutluyum. Güvendiğim kişi bile benden ne borç, ne de
karşılıksız borç vermek suretiyle şahsiyetimden birşey elde edebildi". Şâir,
başına gelen musibet zâil oluncaya kadar sabredeceğini ve güvendiği biri olsa
bile kimseye eğilmeyeceğim ifade etmektedir. İslâm, mü'mini izzet ve gerçek
hürriyetin bulunduğu mevkiye oturtur. Bunun için mü'min cemiyetinde bu
değerlerin peşinde bulunması gerek. Bunu elde etmek kendisi için zor oluyorsa
zillet diyarından göçüp, izzeti buluncaya kadar onu aramaya koyulmalıdır. Bu
hususta Allah (c.c.) şöyle buyurmuş:
"Öz nefislerini zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki:
"Ne izde idiniz?" Onlar: "Biz yeryüzünde dinin emirlerini tatbikten âciz
kimselerdik." Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de oraya hicret
etseydiniz ya" derler. İşte onlar böyle olanların barınakları cehennemdir. O ne
kötü biryerdir."(516)
Allah (c.c.) güçsüz ve imkânsız erkeklerle kadın ve çocukların özürlerini kabul
etmiş ve bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Erkeklerden, kadınlardan - çocuklardan, zayıf ve acz içinde bırakılıp da hiçbir
çareye gücü yetmeyen, hicrete bir yol bulamayanlar müstesna işte onlar Allah'ın
kendilerini affedeceğini umabilirler. Allah çok affedicidir. Çok
yargılayıcıdır."(517)
"Bu ifadeler "İslâm'ın zilleti nasıl kabul etmediğini ve ondan kurtulmak için de
her türlü imkânı nasıl seferber ettiğini göstermektedir. Müslüman'ın şahsiyeti
ve imanı Rabbi ile iftihar etmesi, îmanın azametinden dolayıdır. İman azameti
taşkınlık değildir. O mü'minin hiç otoriteye eğilmemesidir. Hiç bir makama
yaranmaması ve hiçbir insana kuyrukçu olmaması demektir. Böyle bir îman da
Allah'a (c.c.) boyun eğmek nisbetinde diğer engellerden uzaklaşma var. Ondaki
tatmin ve huzur nisbetinde yücelik mevcut... O imanın içinde yeryüzündeki tüm
sapıklıklardan insanların boş iddialarından ve hayatın aldatıcı unsurlarından
uzaklaşma var...
İman azametinde mü'minlere hizmet var. Onlar alçak gönüllülük ve tebessüm var.
Hakk'a boyun eğmek herşeye usulünde gitmek ve en doğru yolda yücelik istemek
var...
"Kim ululanmak hevesine düşerse bilsin ki bütün ululuk Allah'ındır. Güzel
kelimeler ancak O'na yükselir. Onu da iyi amel (ve hareket) yükseltir.
Kötülükleri tuzak yapanlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır. Onların
kurdukları tuzağın bizzat kendisi mahvolur".
İzzet, yücelik ve şahsiyet islâm'ın davet ettiği cemyetin her tarafına inanç ve
eğitimi ile ekip filizlendirdiği hususlardır. Hz. Ömer (r.a.) bu hususlara şu
sözleri ile işaret etmişlerdir. "Ben çökücü bir duruma davet edildiğimde açıkça
hayır diyeni severim". Müezzinin günde beş defa ezanların başında ve sonunda
büyüklüğün sadece Allah'a âit olduğunu îlan etmesi neyedir? Ve tek bir
lafızlarının namazdaki tüm oturuş ve kalkışlarda tekrar edilişinin manası nedir?
Bu şunun içindir:
"Müslüman sarsılmaz bir inançla bilecektir ki Allah'tan başka büyüklük
taslayanların hepsi küçük ve yücelik taslayanlarm tümü de hakirdir. Bu ilâhî
nida insanları dünya zorluklan kendilerini sarstığı zaman en doğruya davet için
bir mesaj mesabesindedir. Onun içindir ki Allah (c.c.) Esma-i Hüsna'dan "en
büyük" ve "En yüce" mânâsına gelen iki mübarek ismi seçmiş ki müslüman bunları
rüku ve secdeleri esnasında tekrarlasın ve bunlar vasıtasıyla yücelik ve
büyüklüğün sâdece Allah'a (c.c.) âit olduğunu anlasın. İzzet, karşılığında bir
vecibenin bulunduğu bir haktır. İnsan kendisinden istenenleri ödemeden malı ile
bile olsa bir hak talep edemez.
Sana herhangi bir görev verilir. Sen de bunu en lâyık veçhile yerine getirirsen
hiç kimsenin sana müdâhale hakkı veya hiçbir makamın sana nahoş bir söz
söylemeye hakkı olmaz. Bu durumda, içinden sana tenkit ve lafların geldiği tüm
gedikleri kapatmış ve âmirlerin yanındaki şahsiyetini korumuş olursun. Artık en
azılı düşmanların bile senden çekinmeye başlar Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzel iyilik bir de ziyâde vardır. Onların
yüzlerine ne bir toz bulaşır, ne de horluk kaplar. Onlar cennetin yaranıdırlar
ki kendileri onun içinde ebedi kalıcıdırlar. "(518)
Kötülük kazanmış olanlara gelince onların bir kötülüğünün cezası bir misli
iledir. Kendilerini bir horluk kaplayacak. Onları Allah'tan (c.c.) hiçbir
kurtarıcı da yoktur. Sanki yüzleri karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür.
İşte bunlar da ateşin yaranıdırlar ki kendileri onun içinde ebedi kalıcıdırlar.
Kötülükleri irtikâb etmek, fert ve cemiyet için hakir düşüp değer kaybetmenin
yoludur. Allah (c.c.) Uhud savaşında karşılaşılan hezimet sebebinin bâzı
kişilerce gösterilen muhalefet olduğunu beyan etmiştir. "Hakikat iki ordu karşlaştığı gün izinizden geri dönenler yok mu? Onları irtikap ettikleri bzı
şeyler yüzünden ancak şeytan kaydırmak istedi. And olsun Allah yine onları
affetti. Çünkü Allah yargılayıcıdır. Halimdir."(519) islâm, müslümana izzeti
tavsiye edince ona, tüm yol ve sebeplerini de kolaylaştırmış ona değerin
takvada, yüceliğin ibâdette izzetin de Allah'a itaatta olduğunu beyan etmiştir.
Bunları bilen ve tatbik eden bir mü'mine dünya'dan nasibini eksiksiz alması bir
vecibedir.
Ona, biri haksızlık eder veya bir saldırganın onun malına göz dikmesi hâlinde
nefsini müdafaa etmesi Allah (c.c.) yolunda cihaddır. Böyle bir harekette
bulunan sadece kendi şahsî hakkını değil, umumun hakkını savunmuş olup, örnek
alınacak bir işe girmiş sayılacaktır... Müslümanın hakkını müdafaa esnasında
ölmesi şehâdettir. Bir adam Resulullah'a (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi:
"Ey Allah'ın (c.c.) Resulü! Bir şahıs benim malımı gasbetmeye girişirse ne
yapayım? "Malını ona verme." "Benimle döğüşürse?" Sen de doğuş. Ya beni
öldürürse? Sen bu durumda şehitsin. Ben onu öldürürsem ne olur? "O cehennemlik
olur. buyurdu."(520) Evet mü'minin, her açgöze hedef ve her saldırgana yem
olmaması izzet îcabıdır. Bilakis, namusu, malı, nefsi ve ehli için ölümü göze
alması gerek. Şayet bu uğurda olduğu için hafif gelir. Allah (c.c.)
haksızlıklardan intikam almayı, mazluma yardım, zâlime de aşağılık olacağı için
meşru kılmıştır.
Allah (c.c.) bununla müslümanın hakkı koruması ve elinde dayanak olmasını murad
ederek onu, büyük bir bağışlama ve şanını yüceltecek olan bir müsamahayı
göstermesi müstesnabu hakkını korumada direnmeye davet etmiştir. Allah (c.c.)
aşağıdaki âyeti kerîme ile mü'mine ilkin, îman derslerini ve yücelik esaslarını
telkin etmiştir.
"Size verilen şey dünya hayatının geçici birer faydasıdır. Allah indinde olan
sevab ise daha hayırlıdır ve süreklidir. Bu sevaplar iman edip te ancak
Rablerine güvenip dayanmakta büyük günahlardan fahiş kötülüklerden kaçınmakta,
öfkelendikleri zaman bizzat kusurları örtmekte, bağışlamakta olanlara Rablerinin
tevhid ve ibâdete âit dâvetine icabet edenlere namazlarını dosdoğru kılanlara-ki
bunların işleri araarmda müşavere iledir. Kendilerini rızıklandırdığımız
şeylerden Allah'a taat uğrunda harcamaktadırlar." (521) Ferd ve cemaat olarak
sahibine tam izzeti sağlayan bu talimattan sonra Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"O kimselerdir ki kendi haklarına tecavüz vâki olduğu zaman onlar yardımlaşırlar
ve intikam alırlar. Kötülüğün cezası da ona denk bir kötülüktür. Fakat kim
bağışlar ve kendisi le düşmanı arasını düzeltirse onun mükafaatı Allah'a aittir.
Elbette O zâlimleri sevmez."(522)
Mu minin bir ahlâkı da başkası onu öfkelendirdiğinde affetmesidir. Aynı zaman da
mütecavizlerin haddini vermek ve fonksiyonları kırmak için onları te'dib etmek
de onun ahlâkının gereğidir. Mümin bu halinde mütecavizleri korkutmak için
kuvvetini göstermekle mükelleftir. O, bu yüce makamında affetme yetkisine de
sahiptir. Çünkü acizlik belirtilerini izale ettikten sonra güçlünün affetmesi
mü'minin yüceliği ve mütecavizin de bir nevi te'dibi kabilindedir. Yukarıda
geçen son ayetlerin ihtiva ettiği ahlâk ile ilk âyetlerin ihtiva ettiği ahlâk
birbirinden ayrıdır. İlk âyetlerde hata işleyenlerin kusurlarının affedilmesi
kasdedilmiştir. "Öfkelendikleri zaman bizzat kusurları örtmekteler."(523)
Son ayetler ise caniye hükmünü bildirmekte onu cezasına çarpmakta ve kısas
kılıcını boynuna koymaktadır. Böylelikle onun saldırganlığı önlenmiş cesareti
kırılmış olur.
Adaletin gecikmesinden sonra da artık fazilet yerini bulmuş olur. Bu durum
hilekârların cemiyetten çekilmesine mü'minin de izzetinin artmasına vesile
olacaktır... İnsanda zâif ve kararsızlık hasletleri olduğu için nefsinin
meseleleriyle arzularının yerine getirilmesini ayırt edebilen kişi az miktarda
kötülük ve şahsiyetini lekeliyecek hareketlerde bulunur. Bundan dolayı
Resulullah (s.a.v.) bizlere böyle düşük hareketlere girmememizi ve arzuladığımız
hususlara açık alınla girişmemizi emir buyurmuştur ve şöyle demişlerdir:
"İhtiyaçlarınızı izzet -i nefs ile talep ediniz. Çünkü her şey takdir -i ilahi
ile cereyan eder,"(524)
Resulullah (s.a.v.) bizlere bütün insanlık başımıza toplansa bile Allah (c.c.)
bizlere verdiği bir şeyi men edemiyeceklerini Allah'ın (c.c.) men ettiği şeyi de
veremeyeceklerini beyan etmiştir. Onun için müslüman işin neticelerini, onlan
takdir eden en büyük zata havale edip ona dayanmalı ve güvenmelidir. Mümin
dinine sarılmalı, ihmal ettiği için zelil düşmemeli. Ahmaklara kibir ve yükselme
fırsatını vermemelidir. Herhangi bir kararın altında Allah'ın (c.c.) îmâsı yoksa
gerçekleşmez. Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
"Allah'ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutacak yoktur. Tutacağı
seviyede ondan sonra salıverecek yoktur. O mutlak galip, hüküm ve hikmet
sâhibidir."(525)
Allah'ın (c.c.) bazı kullarına verdikleri onun tüm kullarının üzerinde olan
iradesinden bir milim değiştirilmez. Bizler çok kere işimizde muvaffak
olamadığımızın farkına varırız. Fakat bu durum kendisini hiç bir şeyin âciz
bırakmıyacağı Allah (c.c.) hakkında düşünülmez. "Allah emirlerine hâkim ve
galiptir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler".(526) Hakka en yakın faydası en
çok ve mes'eleleri halletmede en doğru yol; müslümanın dimdik yüce amelli hiçbir
ihtiyaç ve zorluğa boyun eğmez. Duasıyla yaratıcısına yalvarır eksikliklerini
yalnız Allah'a bildirmesidir. Mü'min aşağıdaki âyet ile tüm eksikliklerini Allah
tarafından giderileceğinin şuurunda olduğu için bunu kimseye açmaz.
"Eğer Allah (c.c.) sana herhangi yüzden bir keder bir zarar dokundurursa onu
kendisinden başka hiç bir giderici yoktur. Eğer sana bir hayır da dilerse onun
fazlını geri çevirici hiç bir kuvvet de yoktur. O bunu kullarından dilediğine
eriştirir. O, çok yargılayıcıdır. Çok esirgeyicidir. "(527)
Resulullah (s.a.v.) ashabına nasıl tok gözlü ve kanaati öğrettiğini, en basit
olsa bile hiç bir şeyi kimseden istemeyeceğini, reddetmeyi ne biçimde talim
ettiğini biliyorsundur". Ashâbdan herhangi biri devesinden iner kamçısını alır
ve kimseden kendisine uzatmasını taleb etmezdi.
İnsanlar, şu iki husustan biri için zillete düşüp din ve dünyaları hususunda
aşağılığı kabullenirler...
1. Rızık elde etmek,
2. Ecelden kaçmak.
İşin garip tarafı şudur ki, Allah (c.c.) bu iki hususta da hiç bir insana
müdahale hakkı tanımamıştır. Hakikatte insanları hayat ve yiyecek konusunda
haris olan nefisten kaynaklanan bir vehim ve bu kadar zelil düşürmektedir.
İnsanlar zillete düşme korkusu ile zelil, fakirliğe düşme korkusu ile aç
gözlüdürler. Oysa İslâm tevhid hakikatini; geçmiş, gelecek ve korkutucu tüm
hususlarda Allah'a bağlanma ve hiçbir şeye mâlik olmayan hayır ve serde
fonksiyonu olmayan insanlardan bir şey beklememe esasları üzerine kurmuştur.
"Rahmeti tam ve şâmil olan (Allah)'a karşı size kurtarıcı bir yardımda
bulunabilecek olan kimdir? Şu sizin ordunuz mu? Kâfirler gururdan başka bir şey
içinde değildir. O eğer rızkınızı tutup kesiverirse size rızık verebilecek kim?
Hayır onlar bir azgınlık, bir nefret içinde mütemadiyen inat etmişlerdir."(528)
İbnü'l Kayyım bir münacatında şöyle der:
"Ey isteklerimde O'na sığındığım! Ey sakındığım şeylerden kendisine iltica
ettiğim Allah (c.c.)! Senin kırmış olduğun kemiği insanlar saramaz. Senin
sardığın kemiği de hiç bir
insan kıramaz".
İşte kâmil tevhid budur. Zavallı miskinler bununla iyileşmeye koşuşsunlar. Onlar
ki kapılarda dilenmek, istismara elverişli elbiselerle evlerin eşiklerine
dayanmak suretiyle yüzlerindeki suyu dökmüşlerdir. İslâm insandaki
kararsızlıkları yıkıp onun tertemiz havayı teneffüs etmesini sağlamak ister.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İnsanın eceli kendisini aradığı gibi, rızkı da kendisini
taleb eder. "(529)
Resulullah (s.a.v.) insanların farz olan çalışmayı terketmeleri için bunu
söylememiştir. Bunu ancak cahil olanlar söyleyebilir. Fakat O bunu insanların
güzel çalışıp kötü ısrar ve ayıp olan yaltaklanmalara tenezzül etmemeleri için
söylemiştir. İşte Allah'ın (c.c.) şu yeminlerinin sırrı da budur:
"Rızkınız ve size va'd olunagelen şeyler göklerdedir. İşte o göğün ve yerin
Rabbine and olsun ki va'd olduğunuz o şeyler tıpkı sizin konuştuğunuz gibi
şüphesiz ve kat'i bir gerçektir" (530)
İbn Mes'ud (r.a.) Resulullah'tan (s.a.v.) şunu rivayet eder:
"Sizleri cennete götürecek her şeyi emredip cehenneme götürecek olan her şeyden
de sakındırdım. Cibril (a.s.) ruhuma nakşetti ki hiçbir kimse rızkını
tamamlamadan ölmeyecektir. Binaenaleyh ey insanlar .'Allah'tan korkun ve rızık
talebinde güzel hareket ediniz. Birinizin rızkı biraz gecikince Allah'a (c.c.)
masiyette bulunmak suretiyle onu aramasın. Çünkü Allah'ın (c.c.) nimetlerine
masiyetlerle ulaşılmaz."(531)
İslâm bu tavsiyelerle kendine sarılanların şanını yükseltip yeryüzünde onları
şerefli bir makama yüceltmişir. Sonra da onlara, kendi ihtiyaçlarımız için
gittiğimiz insanları, vermek veya men etmek için ancak, vasıtalar
olabileceklerini beyan etmiştir. Abdullah b. Mes'ud Resulullah'tan (s.a.v.) şu
hadisi rivayet etmiş:
"Allah'ın (c.c.) rızasızlığı ile kimseyi memnun etmeye kalkışma. Allah'ın sana
verdiğini başkasından bilme. Allah'ın (c.c.) sana vermediği bir şeyden dolayı
başkasını yerme. Hiç kimsenin hırsı ile rızık gelmediği gibi istemeyenin
rızıksızlığı ile de, gelecek olan rızık geri gitmez. Allah (c.c.) adalet ve
ihsanı ile genişlik ve bolluğu, kendisine teslim olma ve inançta kılmıştır.
Üzüntü ve kederi de rızıksızlıkta kılmıştır".
Bu hadisi şerif iyiliğe karşı nankörlükte bulunmayı veya verileni hakir görmeyi
kasdetmemiş. Hadis şunu kasdetmektedir:
"İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a (c.c.) da teşekkür etmez."(532)
Bir önceki hadisin mânâsı: insan, kendisine verilen bir iyi-
lik için köleleştirilmemeli ve şahsiyeti çiğnenmemelidir. Çünkü bu iyilik
verenden önce Allah'ın (c.c.) bir nimetidir. Veren kişi de bu bağışı ile
istediği şekilde insanları kullanıp satın aldığını düşünmemeli...
Bu hareket onun ecrini öldürmeye kâfidir. Bu durum riyakârların işidir.
Şahsiyetli kişiler böylelerinin vereceği bağıştan sıkıntı çekerler.
Şiir:
"Vallahi sana amcaoğluyum. Ne neseple beni geçer ne de bana bir şey vermişsin ki
beni azarlayabilesin."
Allah (c.c.)rızası için verip insanlara Allah (c.c.) için haklarını verenlerin
mükafatı hakkında Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş:
"Kime birşey verilirse, bulduğu takdirde ona karşılık versin, karşılığını
versin, karşılığını bulamayan ona teşekkür etsin. Kim ona teşekkür ederse,
karşılığını vermiş sayılır. Kim de ona teşekkür etmezse nankörlük etmiş
olur."(533)
Ne şekilde olursa olsun dünyada kalmak için ölümden korkmak ve ölçüsüz
hareketlerde bulunmak ahmaklıktır. Çünkü ölümden kaçmak eceli uzatmadığı gibi
öne atılmak ta ömrü kısaltmaz. Bu nasıl olabilir ki?
"Her ümmetin mukadder bir eceli vardır. Binaenaleyh o müddetleri gelince bir
saat ne geri bırakabilirler ne öne alabilirler."(534)
Kader, şereflinin başına gelir. O bu vasıta ile hayır kazanır. Zelilinden basma
gelir. Rızasızlığımdan dolayı, günah kazanır. Öyle ise takdiri ilahiden kurtuluş
yok, sen şerefli olmaya bak...
_________________
(512) Casiye, 36-37
(513) Ahmed b. Hanbel
(514) Buharı
(515) Tebarâni
(516) Nisa, 97
(517) Nisâ, 98-99
(518) Yunus, 26-27
(519) A-li İmrân, 155
(520) Müslim
(521) Şûrâ, 36-38
(522) Şûrâ, 39-40
(523) Şûrâ, 37
(524) İbn-i Asakir
(525) Fâtır, 2
(526) Yusuf, 21
(527) Yusuf, 10
(528) Mülk, 20-21
(529) Tebarâni
(530) Zariat, 22-23
(531) Hâkim
(532) Tebarâni
(533) Tebaâni
(534) A'raf, 34
Prof. Muhammed Gazali